önemlidir. Daha da önemlisi, ruh mefhumu tam olarak kavranamamış olsa da bilinen bir gerçek vardır ki, o da ruhun insanî, tarihî ve dilsel bir gerçekliği olduğudur.
Hiç kuşkusuz tarih boyunca insanlığın zihnini en çok meşgul eden şeylerden birisi madde-ruh ilişkisidir. Bu noktada insanın ruhu ayrı bir önem arz etmektedir. Tarihte olduğu gibi günümüzde de insan ruhunu inkâr edip insanı mahza biyolojik bir varlık olarak tasavvur edenler yanında, onun fizikî yapısını görmezden gelip onda asl olanın ruh olduğunu ileri sürenler de olmuştur. Ayrıca Ortaçağ batı dünyasında âdeta farklı bir varlık kategorisi olarak değerlendirilen kadının ruh sahibi bir varlık olup olmadığı hususu da uzun süre tartışılmıştır. İslâm geleneğinde ise daha çok insan ruhunun neliği, bedenle bağı, bedenden ayrı mı yoksa onu tamlayan bir parçası mı olduğu, sonsuz olup olmadığı, ölümden sonraki durumu v.s. gibi hususlar tartışma konusu olmuştur. Tarihte olduğu gibi günümüzde de Batı ve İslâm dünyasında insanın görünmeyen âlemini, ruhunu anlama ve anlamlandırma çabaları tatmin edici bir neticeye ulaşmasa da devam etmektedir.
Buna rağmen gerek yukarıda da işaret ettiğimiz Kur"an âyetlerinden gerekse de Allah Resûlü"nün bazı hadislerinden hareketle ruh hakkında birtakım yalın hakikatlerden söz etmek mümkündür. Hz. Peygamber (sav) bazı hadislerinde insan yerine “ruh sahibi varlık” anlamına gelen “neseme”15 kavramını kullanmıştır.16 Onun, insanı “neseme” olarak ifade etmesi ruh yönü öne çıkan bir varlık tanımlamasıdır. Hatta o (sav) bir hadisinde canlı bir kuşu da “ruhu olan bir hayvan” şeklinde nitelendirmiştir.17 Bu da gösteriyor ki, İslâm, canlıları ruh ve bedenden müteşekkil iki yönlü bir varlık olarak kabul etmektedir. Ruhun, bedeni harekete geçiren, organizmayı canlı hâle getirmesi yanında Hz. Peygamber, onu, insan davranışlarına yön veren bir “öz” olarak da tanımlamıştır. O (sav), bu insanî hakikati şöyle dillendirmiştir: “Ruhlar bir araya getirilen topluluklardır. Onlardan birbirleriyle uyuşanlar kaynaşırlar, uyuşamayanlar da kaynaşamaz, ayrılırlar ”18 Böylece ruhun, insanın huy, istidat ve eğilimlerinin kaynağı olduğu, bunun da her insanda farklı tezahürleri olabileceğini Hz. Peygamber"in hadislerinden öğrenmiş oluyoruz. Dolayısıyla birbirinden farklı karakterler olarak topluluklar hâlinde yaşayan insanların birbirleriyle kaynaşmaları veya anlaşamamaları, iyilerin iyilerle, kötülerin kötülerle uyum sağlamaları yaratılıştan gelen rûhî yapılarından, özelliklerinden kaynaklanmış olmaktadır.