Hicretin on yedinci senesinde1 Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh komutasındaki İslâm ordusu, Şam"a gelen Hz. Ömer ile Suriye-Hicaz sınırındaki Serğ Köyü"nde buluşur. Ebû Ubeyde, Şam civarında veba salgını olduğunu bildirir. Hz. Ömer de durumu görüşmek üzere muhacir ve ensarı toplar ve istişarelerde bulunur. Ne var ki istişarelerden bir sonuç alınamaz. Kimisi, “Sen bir görev için çıktın, bundan geri dönmeni uygun görmüyoruz.” derken kimisi de, “İnsanları tehlikeye atmanı doğru bulmuyoruz.” der. Hz. Ömer, istişarelerine devam eder ve son olarak Mekke fethine katılmış muhacirlerle, Kureyş"in ileri gelenlerini toplar. Bu son istişareden ittifakla geri dönme ve insanları veba tehlikesine atmama görüşü çıkar. Bunun üzerine Hz. Ömer, Medine"ye geri dönülmesi emrini verir. Fakat ordu komutanı Ebû Ubeyde, bu durumu kader inancıyla bağdaştırmamış olacak ki halifeye, “Allah"ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sorar. Hz. Ömer, Keşke bunu sen söylemiş olmasaydın Ey Ebû Ubeyde. Evet, Allah"ın bir kaderinden diğer bir kaderine kaçıyoruz.” diye cevap verir ve şöyle devam eder: “Develerini otlatmak için, biri verimli diğeri kıraç iki yamaçlı bir vadiye götürsen ve onları ister otu bol yerde ister çorak yerde otlatsan, sonuçta her iki yerde de Allah"ın kaderiyle otlatmış olmaz mısın?” diye sorar.
Bu sırada, daha önce bir işi için aralarından ayrılmış olan Abdurrahman b. Avf çıkagelir ve “Bu konuyla ilgili bende bir bilgi var.” diyerek Hz. Peygamber"in şöyle buyurduğunu nakleder: “Şayet bir yerde veba hastalığı olduğunu işitirseniz oraya gitmeyin. Bir yerde veba hastalığı çıkarsa ve siz orada bulunursanız vebadan kaçarak oradan çıkmayın.”
Kararının isabetli olduğu Resûlullah"ın hadisiyle de teyit edilince, Hz. Ömer, Allah"a hamdeder, orduya geri çekilme emri verip Medine"ye döner.2
Bu rivayette sahâbenin kader anlayışındaki farklılığı görüyoruz. Bir tarafta tedbiri yersiz görenler, diğer tarafta ise Hz. Ömer"in öncülük ettiği, insanın tedbir ve tercihlerinin de kaderin bir parçası olduğunu düşünenler bulunmaktadır. Hz. Ömer buradaki tutumuyla, salgın ve bulaşıcı hastalıkları Allah"ın kaçınılmaz bir kaderi olarak gören anlayışın yanlış olduğunu savunmaktaydı. Aynı zamanda kaderin kuşatıcılığını ve bu kuşatıcılık içerisinde insanın tercih özgürlüğünü ve doğruyu bulma sorumluluğunu da