Mübarek Ramazan ayının çoğu geçmiş, en bereketli kısmı kalmıştı. Kutlu Nebî âdeti olduğu üzere bu ayın son on gününü yine Medine mescidinde, itikâfla geçirmekteydi. Akşam olmuş, hava kararmıştı. Derken eşi Safiyye bnt. Huyey mescide, onu ziyarete geldi. Biraz oturup konuştular. Zaman ilerleyince validemiz kalkmak istedi. Hanımlarına nezaket ve saygıyı esirgemeyen Allah Resûlü, onu Üsâme b. Zeyd"in mahallesindeki evine doğru uğurlamak için kalktı. Ümmü Seleme"nin odasının yanındaki mescit kapısına geldiklerinde yanlarından iki kişi geçti. Resûlullah"a selâm verdikten sonra adımlarını hızlandırdılar. Bunun üzerine Allah Resûlü, “Ağır olun, bu yanımda bulunan (kadın yabancı değil, eşim) Safiyye bnt. Huyey"dir.” dedi. Hz. Peygamber"in Safiyye"nin kimliğini belirtme ihtiyacı hissetmesi onlara ağır geldi ve “Sübhânallâh! Hâşâ biz senin hakkında başka türlü nasıl düşünebiliriz ey Allah"ın Resûlü!” dediler. Bunun üzerine Allah Resûlü onlara, “Şeytan, insanın vücudunda kanın dolaştığı gibi dolaşır. Ben, şeytanın sizin gönüllerinize kötü bir şüphe atmasından endişe ettim.” buyurdu.1 Sevgili Peygamberimiz kanın insan vücudunda dolaştığı gibi şeytanın da sürekli vesvese ve şüphe vermek için hareket ettiğini ve sinsice fırsat kolladığını belirtmek üzere böyle bir teşbihte bulunmuş ve şüphe uyandıracak bir durum olması hâlinde derhâl bunun izah edilmesi gerektiğini bildirmişti.
Yine sahâbenin yaşadığı bir olay anlatılır. Muâz b. Cebel bir gün cemaate imamlık yaparken namazı çok uzatır. Bunun üzerine biri selâm vererek ayrılır ve namazını tek başına kılar. Ardından insanlar onu münafık olmakla itham ederler. Durum Allah Resûlü"ne ulaştırılınca hiddetlenir ve Muâz"a, “Sen fitneci misin? Fitne mi çıkarmak istiyorsun?” 2 buyurur. Allah Resûlü"nün Muâz"a bu şekilde hitap etmesinin birinci sebebi cemaatte zayıf, yorgun ve hastaların durumunu dikkate almayarak namazı uzun bir şekilde kıldırması idi. Bir diğer sebep de namazı uzatmasının dedikoduya neden olmasıydı. Çünkü bunun neticesinde bazı insanlar, namazdan ayrılan kişinin hasta veya özürlü olduğunu ya da farklı bir mazeretinin bulunduğunu düşünmeden, sû-i zanda bulunarak onu nifakla suçlamışlardı.