Allah Resûlü"nün kalple organlar arasındaki ilişki bağlamında sahâbîlerine öğrettiği dualardan birinde, “Kulağımın kötülüğünden, gözümün kötülüğünden, dilimin kötülüğünden, kalbimin kötülüğünden, tenimin kötülüğünden sana sığınırım.” denilmektedir.15 İnsan, hakikatlere bu duyu organlarıyla ulaşabilmektedir. Nitekim Kur"ân-ı Kerîm"de de hiçbir şey bilmeden anne karnından çıkan insana, Allah"ı hakkıyla tanıyıp şükretmesi için (düşünme ve bilgi aracı olarak) kalp, kulak ve gözler gibi duyu organlarının verildiği söylenmektedir.16
Ebû Hüreyre kalbi, ordusunun başındaki bir sultana benzeterek tasvir etmiştir: “Kalp sultandır ve onun orduları vardır. Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur. Sultan kötü olursa orduları da kötü olur. Kulaklar bu sultanın habercileridir. Gözler bekçileridir. Dil sultanın tercümanıdır. Eller kanatlarıdır. Ayaklar postacılarıdır. Ciğer şefkat ve merhamet kaynağıdır. Dalak ve böbrekler (kendisine yönelen tehlikeleri bertaraf eden) tuzaklarıdır. Akciğer (hayatın kaynağı) nefestir. Sultan iyi olursa askerleri de iyi olur, sultan kötü olursa askerleri de kötü olur. ”17
Ebû Hüreyre"nin kalple ilgili kullandığı bu hükümdar metaforunun özel bir gayesi olduğu aşikârdır. Bir bakıma sanki Allah Resûlü"nün, “Bilin ki, her hükümdarın bir koruluğu vardır. Allah"ın koruluğu, yapılmamasını istediği haramlardır. Bilin ki, vücutta öyle bir organ vardır ki o sağlıklıysa tüm vücut sağlıklı demektir. Fakat o hastaysa tüm vücut hasta olur. Bu organ kalptir.” 18 sözünü yorumlamaktadır. Zira Ebû Hüreyre bu sözüyle hem vücudun sultanı olarak kalbin, en büyük hükümdar olan Allah"ın bizzat saygı gösterilmesini istediği hükümranlık alanına göre hareketini belirlemesi gerektiğini anlatmakta hem de kalbin istikamet üzere olmasının önemini vurgulamaktadır. Zira ancak kalbin istikamet üzere olması ile tüm organlar kendilerine düşen vazifeleri en güzel şekilde yerine getirebilecektir.
Kur"an, insanın kendisi ve kâinat üzerinde düşünmesi (tefekkür), geçmiş olayları düşünerek ibret alması (tezekkür), sebep-sonuç ilişkilerinden yola çıkarak geleceği düşünmesi (tedebbür) ve tüm nesne ve olgular arasında bağ kurması (teakkul) sorumluluğunu kalbe yüklerken kalbin, akıl, ruh ve nefis ile olan ilişkisinin bir ahenk içinde olması gerektiğini şart koşar. Kalp, ilâhî nurun yansıdığı bir ayna değerinde olsa da “insan bilmece”sini tamamlayan diğer parçalar, beden, ruh ve nefistir. Ruh, “...ona ruhumdan üfledim...” 19 fermanınca ilâhî bir nefha ve Rahmânî bir esintidir. Aynı şekilde farklı şekil ve mertebelerle kendisini göstermekle beraber,