Bazıları ise çocuklarını fakirlik korkusuyla öldürürlerdi.7 Zeyd b. Amr b. Nüfeyl gibi hanîflerden olup kız çocuğunu ölümden kurtarmak için babasına masrafını ödeyip yanında yetiştirenler de vardı.8 İslâm"la birlikte bu çirkin âdet yasaklanmış9 ve diri diri gömülen kız çocuğunun hangi sebepten öldürüldüğünün kıyamet günü sorulacağı bildirilmiştir.10
Câhiliye zihniyeti inanç, ibadet, ahlâk, sosyal yaşantı gibi hayatın farklı alanlarına çeşitli tutum ve davranışlar hâlinde yansımaktaydı. İnanç yönünden şirk ve kitap-peygamber tanımazlık olarak görülen bu zihniyet, sosyal hayatta zorbalık, zulüm ve şiddeti fazilet sayıyordu. Hukukta adaletsizlik, eğitim ve öğretimde cehalet, siyasette ise kabile asabiyeti esastı. Buna karşılık yerleşik hayat yaşayan şehirlilerde yönetimin elitlerin elinde olduğu düzenli bir teşkilatlanma biçimi vardı ve hâkimiyetin dayandığı esaslar açısından gücün ve “asabiyetin” hükümranlığı söz konusu idi. İktisadî açıdan ise olgun olmayan bu barbar zihniyet; zorbalık, yağma ve talana dayanan bir cömertlik ve kahramanlığı erdem kabul ediyordu.11
Hz. İbrâhim"in getirdiği vahyin unutulmaya yüz tuttuğu, tevhid akidesinin yerine putperestliğin hâkim olduğu bir coğrafyada inançsızlık içerisinde bocalayan insanların sosyal ilişkileri de tam bir kargaşa hâlindeydi. O dönemin yapısını Habeş muhacirlerinden Ca"fer b. Ebû Tâlib, Necâşî"ye şöyle özetliyordu: “Biz câhiliye toplumuyduk; putlara tapar, leş yer, çirkin işler yapardık; akraba ilişkilerini keser, etrafımızdakilere kötülük ederdik. Güçlülerimiz zayıflarımızı ezerdi.”12 Câhiliye zihniyetinin devamlılığını ise ataları taklit ve onlara körü körüne bağlı olma düşüncesi sağlıyordu. Ne ilâhî bir vahye ne de insanî bir muhakemeye dayanan bu taassup yüklü tavır, câhiliye insanının atalarının sahte dinlerini ve geleneklerini devam ettirmesine yol açıyordu.
Araplar, câhiliye döneminde şehirlerde yerleşik hayat sürenler (hadarîler) ve çölde yaşayanlar (bedevîler) olarak ikiye ayrılmış durumdaydılar. Ayrıca toplumda hür, köle ve mevâlî şeklinde bir sınıf ayrımı da söz konusuydu. Köle ve cariyeler sahiplerine bağlıydılar ve mal gibi alınıp satılıyor, miras bırakılıyorlardı. Sosyal yapının kabilecilik esasına dayandığı, insanın ancak mensup olduğu kabileye göre değer kazanabildiği, ırk, renk, soy ve zenginliğin üstünlük ölçüsü olarak kabul edildiği bir sistem hüküm sürüyordu. Kabileler arasında çeşitli sebeplerden dolayı kan davaları ve savaşlar eksik olmazdı, ancak haram aylarda kan dökülmesi yasak sayıldığı için savaşlara ara verilirdi.