oluştuğuna inandıkları “envâ” denilen halk astronomisi ve meteorolojisi bilgisidir. Onlar, yıldızları, yağmurun yağması, sıcakların veya soğukların başlaması, suların çekilip kabarması, bitki örtüsünde değişiklik olması, bereket ve kıtlık meydana gelmesi ve çeşitli rüzgâr yahut fırtınaların çıkması gibi tabiî hadiselerin amili olarak görmüşler ve onlara bir tür ulûhiyet nispet ederek beklentileri doğrultusunda kendilerinden niyazda bulunmuşlardır. Onlar, yıldızları bazı tabiat hadiselerinin yaratıcıları olarak görmekle küfre düşmüşlerdi. Hz. Peygamber, bu tür bâtıl inançları kınayarak yağmuru yağdıranın Allah olduğunu belirtmiş, yağmurun yağışını bir yıldızın doğup batmasına bağlayanların, o yıldıza tapmış Allah"ı inkâr etmiş olacaklarını bildirmiştir.14
Bu cümleden olarak Araplar arasında “yıldız kayması” da farklı şekillerde yorumlanabilmiştir. Abdullah b. Abbâs şöyle anlatır: “Bana Peygamber"in (sav) ashâbından ensardan bir zât haber verdi. Bir gece Resûlullah (sav) ile birlikte otururlarken bir yıldız kaymış ve ortalık aydınlanmıştı. Bunun üzerine Resûlullah onlara, “Böyle bir şey olduğunda câhiliye devrinde ne derdiniz?” diye sormuş, onlar da, “Allah ve Resûlü daha iyi bilir. Biz bu gece büyük bir adam doğdu ve bu gece büyük bir adam öldü derdik.” cevabını vermişler. Resûlullah, “Bu yıldız, ne bir kimsenin ölümü için kayar ne de doğumu için! Lâkin Yüce Rabbimiz bir şey takdir buyurduğunda arşı taşıyan melekler tesbih eder. Arkasından onlardan sonra gelen gök ehli tesbih eder. Ta ki tesbih dünya semasının sakinlerine ulaşır. Sonra arşı taşıyanların arkasından gelenler arşı taşıyanlara, "Rabbiniz ne buyurdu?" diye sorarlar. Onlar da ne buyurduğunu kendilerine haber verirler. Böylece semâvât sakinleri birbirleriyle haberleşir. Nihayet haber dünya semasına ulaşır. Ve cinler işitileni kaparak onu (kâhin) dostlarına aktarır ve bu kayan yıldızla taşlanırlar. Olduğu gibi getirdikleri (haber) haktır. Fakat bu habere yalan karıştırırlar.” buyurmuştur.15
Câhiliye döneminde halkın bilgi edindiği bazı yöntemler daha vardır ve Hz. Peygamber de zaman zaman onları bizzat kullanmış yahut tasvip etmiştir. Bunlardan bir tanesi, “kıyâfe” denilen ilginç bir bilgi edinme yöntemiydi. Bir kimsenin fizikî yapısına ve organlarına bakarak onun soyu, ahlâk ve karekteri hakkında tahminde bulunmak demek olan “kıyâfe”, İslâm öncesi Hicaz-Arap toplumunun kültüründe önemli yer tutan bir ilim dalıydı. Tecrübe ve tahminin yanı sıra, feraset ve basirete dayalı olan kıyâfe ilmi sayesinde elbette bugün tıp ilminin sağladığı kesin sonuçlar elde edilemiyordu.