Bu ilişkilerin bir boyutu da gelen elçilerin kabulüdür.65 Nitekim İslâmiyet"i kabul ettiklerini bildirmek üzere Medine"ye akın akın gelen elçilerden dolayı hicretin dokuzuncu yılı “Elçiler Yılı” olarak adlandırılmıştır. Hz. Peygamber kendisine gelen elçileri oldukça iyi karşılamış, en iyi şekilde ağırlamaya gayret etmiştir.66 Temsil ettiği dinin ve devletin temel ilkelerine tamamen zıt durumlarla karşılaşsa bile Allah Resûlü"nün elçilere muamelesinde değişiklik yoktur. Nitekim Resûl-i Ekrem, peygamberlik iddiasında bulunan Müseylime"nin elçileri gelip mektubunu okuyunca, “Benim, Allah"ın Resûlü olduğuma inanıyor musunuz?” diye sormuştu. Onlar da, “Biz Müseylime"nin, Allah"ın Resûlü olduğuna şehâdet ediyoruz!” cevabını vermişlerdi. Bunun üzerine Resûlullah, “Şayet bir elçiyi öldürseydim sizin boynunuzu vururdum.” buyurmuştu. Hadisi rivayet eden Abdullah b. Mes"ûd, “Bundan sonra elçilerin öldürülmemesi sünneti devam etti.” demiştir.67
Sonuç olarak ilâhî vahyi tebliğ eden Hz. Peygamber"in bir diğer büyük görevi de insanları yönetmek ve yönlendirmek idi. O, peygamber olduğu gibi aynı zamanda devletin baş idarecisi idi. Mescitte imam olduğu gibi savaş meydanında da komutan idi. O, ömrünün sonuna kadar toplumsal ve siyasal hayatın içinde kalmaya devam etti. İbadet ettiği cami, aynı zamanda toplumu ilgilendiren kararların alındığı bir meclis idi. Kendisine iman eden sahâbîler, aynı zamanda danıştığı, konuştuğu kimseler idi. Onun idaresinde hareket noktası, vahiy idi. Vahiy ile bildirilmeyen konuları, ashâbı ile istişare etmek, kararların her aşamasında görüşlerini almak âdeti idi. İtaati tavsiye ettiği gibi yeri geldiğinde itiraz etmeyi, doğruları sonuna kadar haykırmayı da öğretmişti. Yakın çevresini idare ettiği gibi uzak memleketlere de yöneticiler tayin etmişti. Onları ırk, renk, mal sahibi olma gibi özellikleriyle değil, liyakat ve hakkaniyet esaslarına göre belirlemişti. O (sav), bütün bu vasıflarıyla birlikte tevazudan, sadelikten, iyi bir kul olmaktan hiç ayrılmamıştı.
O dönemde bütün kurumlarıyla teşkilatlanmış, olgunlaşmış bir devlet yapısının olduğunu söylemek mümkün değildi. Ancak bu yapının temel esasları olan biat, meşveret, hakkaniyet, âdil paylaşım ve liyakat gibi esaslar söz konusu idi. Bu anlamda idarî yapı ancak Hz. Ömer ve sonrasında düzenli teşkilata kavuşabilmiştir.