şerhlerimizde anlatılan son derece çarpıcı bir olay vardır. Rivayete göre hicrî 9. asrın gözde hadis âlimi ve Mısır"ın baş kadısı olan İbn Hacer el-Askalânî, bir gün atının üzerinde heybet ve ihtişam içinde çarşıdan geçerken, yağ satan ve üstü başı kir içinde olan bir Yahudi yanına gelir. Atının yularından tutarak ona, “Ey şeyhülislâm, sen Peygamberinizin “Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir.” dediğini iddia ediyorsun; fakat sen nasıl bir zindandasın, ben nasıl bir cennetteyim?” diye sorar. Bunun üzerine İbn Hacer ona şu cevabı verir: “Allah"ın âhirette bana hazırladığı nimetlere bakarak ben şu an zindanda sayılırım. Allah"ın âhirette sana hazırladığı acıklı azaba bakarak da sen cennette sayılırsın.” Bu cevap üzerine Yahudi Müslüman olur.41
Şu hâlde dünya, müminlerin zillet ve âcizlik içinde değil, bilakis izzet ve vakar içinde yaşayacakları bir yerdir. Onlardan beklenen, dünya hayatını mâmur etmeleri,42 bunu yaparken de rızıklarına kefil olan Allah Teâlâ"ya43 kulluk etmeyi ve âhireti unutmamalarıdır. Kısacası, dünya konusunda müminlerden istenen, ölçülü ve dengeli olmaktır. İşte Resûl-i Ekrem buna davet eder insanları: “Ey insanlar! Allah karşısında takva sahibi (sorumluluğunuzun bilincinde) olun ve dünyevî isteklerinizde mutedil davranın. Çünkü hiç kimse kendisi için takdir edilen rızkını yiyinceye kadar ölmeyecektir, rızkı gecikse bile! Öyleyse Allah karşısında takva sahibi olun ve dünyevî isteklerinizde mutedil davranın. Helâl olanı alın, haram olanı terk edin.” 44
Müminin dünyaya bakışını özetleyen etkileyici ve manidar rivayetlerden biri de, Resûl-i Ekrem"in, Hz. Ömer"in oğlu Abdullah"a öğüdüdür. Bir gün Abdullah"ın omzuna elini koyan Allah Resûlü onun şahsında bütün Müslümanlara şöyle nasihat eder: “Dünyada (kimsesiz) bir garip gibi yahut bir yolcu gibi ol! ”45 Bu hadis, müminlere iki kimseyi örnek vererek dünya ile ilişkilerini bu örnekler üzerine düzenlemelerini salık verir. “Yolcu” örneği ile dünyanın gelip geçici bir uğrak yeri olduğu, asıl varılacak ve kalınacak yerin âhiret olduğu vurgulanır. “Garip” örneği ise, ruhların asıl vatanının bu dünya ve bu beden değil, ruhlar âlemi ve âhiret olduğunu ifade eder. Asıl vatanlarından ayrılan ruhlar, dünyada ve bedende iken gurbettedirler ve kendi vatanlarına dönmenin özlemi içinde yaşarlar. İşte mümin, dünyada tıpkı bir yolcu gibi, kısa bir süreliğine yaşadığını hiç aklından çıkarmaz ve tıpkı evinden barkından uzakta kalmış bir garip gibi, ruhunun gerçek vatanı olan âhirete sürekli özlem duyar.