telaffuz etmenin caiz olmadığını vurgulamışlardır. Zaten aksi bir davranış, en basit anlamıyla ezanı anlamsızlaştırmak olur. Bu, Peygamber Efendimizin öğrettiği ve İslâm"ın evrenselliğinin simgesi olan “ezan-ı Muhammedî” olmaz. Ezanın dili evrenseldir. Hangi millet ve ırktan olursa olsun, hangi coğrafya ya da ülkeden olursa olsun, ezanı duyan her Müslüman, duyduğu an onu anlar ve mesajını alır. Bu sebeple ezan-ı Muhammedî, bütün asırlarda Medine"de okunduğu ilk şekliyle yankılanarak gelmiş ve bütün Müslüman toplumlar tarafından o aslî hâliyle okunmaya devam edilmiştir.
Ezan, mimari, edebiyat ve musiki gibi kültürel değerlerimizin gelişiminde önemli bir yapı taşı olagelmiştir. Bir kalem gibi zarif, bir şehâdet parmağı gibi anlamlı ve bir tevhid sembolü gibi göklere yükselen minarelerin ortaya çıkmasında doğrudan etkilidir meselâ. Böylece, medeniyetimizin damgası durumundaki cami mimarisinin en önemli unsurlarından birisi olan minare yapısı ve estetiği, varoluşunu ezanın yüksek bir yerden ve yüksek sesle okunması sünnetine borçludur. Minare, ezan okunmak için vardır; ezan, orada İslâm olduğu için vardır. Aynı şekilde ezanın söz ve anlamındaki derinlik ve taşıdığı tarihî değerler, nice yazarlara duyuş, nice şairlere ilham kaynağı hatta nice şarkı ve türkülere konu olmuştur. Önce şairin gönlüne, sonra kalemine ilham verir ezanlar. Edebiyat tarihimizde “ezan” başlıklı o kadar çok yazı ve şiir vardır ki! Nitekim İstiklal Marşımızda da, diğer maddî ve mânevî kıymetlerimizle birlikte Müslümanlığımızın simgesi olarak ezana atıfta bulunulmakta ve onun en önemli din ve bağımsızlık sembollerimizden birisi olduğuna vurgu yapılmaktadır:
“Bu ezanlar ki şehâdetleri dinin temeli,
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.”
Öte yandan ezanın okunuşunda da güzelliğe ve estetiğe riayet çağrısı vardır. Bu sebeple güftesindeki anlam ile musikişinaslara çeşit çeşit makamlarda besteler yaptırmış; Allah aşkının gönüllerden dile, notalardan sese uzanan tercümanı olmuştur ezan.
Yine saatlerin yaygınlaşmasından öncesine kadar ezanlar, Müslümanların kullandıkları saatleri mesabesindeydi. İşler, buluşmalar, öğünler hep okunacak ezana göre ayarlanırdı. Herhangi bir şeyin zamanı sorulduğunda kullandığımız, “eli kulağında” ifadesi, müezzinin şerefeye çıktığını, elini kulağına attığını ve hemen ezana başlayacağını ifade etmekteydi. Bu özellikleriyle de ezan, medeniyetimizin en önemli inşa araçlarından birisi olagelmiştir. Zaten medeniyetimiz bu ulu ve nurlu sesin şehâdetlerinin ekseninde şekillenmemiş midir? Öyleyse, ezan bir medeniyet simgesidir diyemez miyiz?