yöneliyordu. Sonunda Adbâ adlı devenin yanına geldiğinde o böğürmedi. Râvinin dediğine göre, zaten bu deve uysal bir hayvandı. Ümmü Zer deveye atlayıp onu sürdü ve hızla oradan uzaklaştı. Onun kaçtığını fark eden eşkiya grubu, peşine düştülerse de, yarışlarda derece yapan Adbâ"ya yetişemediler. Sonunda Adbâ sayesinde Ümmü Zer Medine"ye sağ salim ulaştı. Ümmü Zer, “Allah bu devenin sırtında beni sağ salim yurduma kavuşturursa deveyi kurban edeceğim.” diye adak adamıştı. Medine"ye ulaştığında onu gören halk, “(Bu deve) Adbâ"dır ve Allah Resûlü"nün devesidir.” diye Ümmü Zerr"i uyardılar. Fakat o, deveyi kurban etmeye yemin ettiğini anlattı. Ahali, Efendimize gelerek durumu bildirdi. Allah"ın Resûlü buyurdular ki: “Fesübhânallâh! Adbâ"yı ne de kötü ödüllendirmiş! Allah onu devenin sırtında sağ salim ulaştırırsa deveyi kesecekmiş! Halbuki işlenmesi günaha yol açacak adağın da, başkasının malıyla yapılacak adağın da yerine getirilmesi uygun değildir. Allah"a isyan yolunda adak olmaz!” 10
Bu ifadeleriyle Allah Resûlü, yapılan adakla, adanan şeyin imkân dâhilinde olması arasında bir ilişki kurmuştu. Dolayısıyla Hz. Peygamber"e ait olan Adbâ"yı, sahibi olmadığı için Ümmü Zer adak olarak kurban edemeyecekti. Ancak yapılan bir vaad, verilen bir söz yani ortada bir adak vardı. Bunun bedelinin de ödenmesi gerekmekteydi. İşte bu noktada Rahmet Peygamberi yerine getirilmesi mümkün olmayan adaklardan doğan sorumluluğun, kefaretle ortadan kalkacağını belirtmek suretiyle11 çözüm yolunu göstermişti. Allah Resûlü, yerine getirilemeyen adağı, gereği yapılamayan yemin gibi düşünmüş ve ikisinin kefaretinin de aynı olduğuna hükmetmişti.12
“Her kim Allah"a itaat etmeyi adarsa, Allah"a itaat etsin. Her kim de Allah"a karşı isyan etmeyi adarsa, sakın Allah"a isyan etmesin!” 13 buyuran Hz. Peygamber, aslen günah olan bir şeyi kastederek adak yapılamayacağını; yapılsa bile bunun yerine getirilmemesi gerektiğini açık bir şekilde beyan etmişti. Nitekim oğlunu kurban etmeyi adadığını söyleyen birine İbn Abbâs, “Bunu yapma, onun yerine yemin kefareti öde.” diyerek yol göstermişti.14
Dünyalık birtakım kazançlara yönelik bir pazarlığa dönüştürülmediği sürece yerine getirilmesi gerekli bir borç olarak görülen adaklarda, insanın duygusal yönünü de göz önünde bulunduran Hz. Peygamber, onun gücünü dikkate alarak, hem meşruiyet ve hem de nitelik açısından birtakım düzenlemeler yapmıştır.
Resûl-i Ekrem, can, mal ve sağlık gibi temel prensipler açısından korunması zorunlu olan değerlere zarar verecek bir şekle büründüğünde,