özel anlamı bulunan giyim, kuşam, ibadet ve davranış şekilleridir. Nitekim Kabîsa b. Hulb (ra) Hz. Peygamber"e (sav) Hıristiyanların yedikleri, İslâm"a göre haram olmayan yemekleri yemenin hükmünü sorduğunda o (sav),“Herhangi bir yemek nedeniyle gönlünde huzursuzluk hissetme. Yoksa bu konuda (şüphelenen ve aşırı giden) Hıristiyanlara benzemiş olursun.” diyerek onların yemeklerinden yemede bir mahzur olmadığını bildirmiştir.68 Diğer dinlerde İslâm"ın tasvip ettiği bir şeye rastladığında yapılmasını yasaklamamış, aksine bu güzel alışkanlıkların sürdürülmesi için ashâbını teşvik etmiştir. Nitekim câhiliyede bir gün boyunca hiç konuşmama şeklinde tutulan “sükût orucu”nu yasaklarken69 Âşûrâ orucunun tutulmasını emretmiş,70 Müslümanlara Ramazan orucu farz kılındıktan sonra da bu orucu tutup tutmama konusunda onları serbest bırakmıştır.71 Aynı şekilde câhiliye toplumunda değer atfedilen ve aynı zamanda İslâm"ın da müminler için öngördüğü cömertlik, ağırbaşlılık, yumuşak huyluluk, sabır, tevazu ve düşünerek ölçülü hareket etme gibi ahlâkî erdemlerin72 devam ettirilmesinin gerekliliğini vurgulamıştır. Örneğin kendisine gelerek câhiliye devrinde yaptığı köle azat etmek, sadaka vermek veya akrabaya iyilik yapmak gibi bazı davranışların karşılığı olup olmadığını soran Hakîm b. Hizâm"a, “Sen eskiden yaptığın hayırlarla Müslüman oldun.” cevabını vermiş,73 câhiliye devrinde ticaret ortaklığı yaptığı Sâib isimli sahâbîye de şu tavsiyede bulunmuştur: “Ey Sâib! Câhiliye çağında yaptığın faziletli şeylere İslâm devrinde de devam et. Misafiri ağırla, yetime ikram et ve komşuna iyi davran!” 74 İslâm"la şereflendikten sonra dahi, câhiliye döneminde zayıfları koruma amacıyla kurulan Hilfü"l-füdûl Antlaşması"ndan övgüyle bahseden Resûlullah, böyle bir antlaşmaya katılmış olmaktan her zaman memnuniyet duyacağını ifade etmiştir.75
Müslümanların, dinin özünde olmayan her şeyden uzaklaşarak “saf” bir şekilde tevhid inancını gönüllerine yerleştirmelerini, hayatlarını bu anlayışa göre düzenlemelerini isteyen İslâm Dini"nin reddettiği “yabancılaşma”, fıtrattan uzaklaşma ve esasında bireylerin kendi tabiî özlerine yabancılaşmasıdır. Koyulan emir ve yasakların tamamı, kişiyi yaratılışına aykırı hâllerden koruyarak onun özüne uygun bir tarzda yaşamasını temine yöneliktir. Nitekim Allah"ın sevgili elçisi Hz. Muhammed"in, “Allah"ın indirdiğine uyun!” çağrısı üzerine müşrikler, “Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız!” diyerek76 kendi inanç ve geleneklerini terk etmek istememiş ve yeni gelen dini kabule yanaşmamışlardır. Allah Teâlâ, bu