bireyi hem de toplumu gözetmiş ve insana sosyal bir varlık olduğunu her fırsatta hatırlatmıştır.
Allah Teâlâ, ilk vahiy tecrübesinin tedirginliği ile örtüsüne bürünen elçisine, daha peygamberliğinin başlangıcında kalkıp topluma karışmayı, çevresini uyarmayı emretmişti.5 Bundan böyle Allah"ın Elçisi"nin omuzlarına, en yakınlarından hiç tanımadığı uzak kabilelere kadar toplumun tüm fertlerine karşı ağır bir sorumluluk yüklenmişti. İnsanlığa kim olduklarını, kimden gelip kime gideceklerini anlatacak, davetine icabet edenlere adımlarını nasıl doğru atacaklarını öğretecekti. Artık evde, mescitte, sokakta, çarşıda veya savaş meydanında insanları görüp gözetiyor, Rabbinden öğrendiklerini birlikte yaşadığı, hemhâl olduğu insanlara öğretiyordu. Yüce Nebî, kalplerinde yer eden sorumluluk duygusunu “emanet” diye adlandırıyor,6 dolayısıyla imandan kaynaklanan ve aralarında bir ünsiyet, bir yakınlaşma peyda eden bu duyguya sahip çıkmalarını müminlere telkin ediyordu. Buna göre insan ilişkileri, müminin kendi nefsinden başlayan ve dünyanın en ücra köşesindeki kişiye kadar uzanan bir görevler bütünüydü.
Emanetin en ağırını Resûlullah üstlenmişti. O, hem diğer insanlar gibi bir beşer hem de onlardan farklı olarak Allah"tan vahiy alan yani devamlı surette O"nunla iletişim hâlinde olan bir Peygamber"di. Bir yandan yaşadığı toplumun bir ferdi olarak beşerî ilişkilerini devam ettiriyor, diğer yandan bazı vakitleri Rabbine ibadete ayırıyordu. Kendi hayatında neyi yaşıyor, nasıl uyguluyorsa insanlara da onu tavsiye ediyordu. İçinde yaşadığı toplumun lideriydi; etrafındakiler yüzüne baktıkları zaman saygıdan içleri ürperirdi.7 Ama Mescid-i Nebevî inşa edilirken8 ya da savaş için hendekler kazılırken herkesle beraber çalışmış ve herkes gibi o da yorulmuştu.9 İnsanlardan gelecek herhangi bir zahmetten çekindiği olmamıştı. Gerektiğinde bir devlet başkanı sıfatıyla ashâbının ödeyemediği borçları karşılamıştı.10 Her seviyeden insana kapısı açıktı. Soru sorana cevap verir,11 hâlini arz edenin ihtiyacını görmeye çalışırdı.12 Hatta Medine"deki cariyelerden herhangi biri ihtiyacını bildirmek üzere ona gelir, elinden tutup onu istediği yere kadar götürür, Resûlullah da onun elini bırakmazdı.13
İnsanlarla hep iç içe olan Hz. Peygamber, aynı şekilde ümmetinin de başkalarıyla iyi ilişkiler içinde olmasını istiyordu. Ashâbına, “insanların vereceği eza ve cefaya katlanmayı” ,14 ama “kimseye eziyet etmemeyi” hayatlarının temel düsturu olarak öğütlemişti. Nitekim o Müslüman"ı, “elinden ve dilinden Müslümanların selâmette olduğu” ; mümini ise “insanların canları ve