karşısında hakkı dile getirmektir.” buyurmuştur.28 Sahâbeden Hişâm b. Hakîm gibi bazı kimseler, emir bi"l-ma"rûf ve nehiy ani"l-münker görevini yerine getirmedeki hassasiyetleriyle tanınmışlardır. Öyle ki ashâbın önde gelenlerinden Hz. Ömer"e kötü bir fiilin işlendiği haber verildiğinde, “Ben ve Hişâm yaşadığı müddetçe böyle bir şey olamaz.” dediği nakledilmiş ve bu güzide sahâbînin insanları iyi ve güzel olana teşvik etmek ve onlara nasihatte bulunmak için diyar diyar gezdiği bildirilmiştir.29
Toplum içerisinde iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma görevini kimlerin üstleneceği, ne zaman ve ne şekilde yapacağı çok iyi bir şekilde belirlenmek durumundadır. Müslümanları iyiliğe teşvik edip kötülükten sakındırmayı tavsiye eden âyetlere bakıldığında bu hususun aslında bütün Müslümanlar için özel bir sosyal ve ahlâkî görev olduğu görülür.30 Dolayısıyla, “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velîleridir. Onlar iyiliği emreder/teşvik edip, kötülükten alıkoyarlar/sakınıdırırlar.” 31 âyetinde açıkça ifade edildiği üzere, Müslüman olan herkesin bu görevi yerine getirmesi gerekir. Buna göre mümin bir kimse, şartların uygun olması hâlinde kötülüğü bizzat ortadan kaldırmakla yükümlüdür. Fiilen bunu yapmanın mümkün olmadığı durumlarda ise müminin, kötülük yaptığını gördüğü kişiyi sözlü olarak uyarması, bu yaptığının yanlış olduğunu bildirmesi beklenir. Tıpkı Resûlullah"ın vefatından sonra Emevî halifesi Mervân"a ikazda bulunan bir şahıs gibi. Bir bayram günü Mervân, minberi namaz kılınacak yere taşımış, hutbeyi de bayram namazından önce okumuştu. Bunun üzerine bir zât, Mervân"a Hz. Peygamber zamanında minberin namaz kılınan yere çıkarılmadığını, hutbenin de namazdan sonra okunduğunu hatırlatarak onu uyarmıştı.32 Ne fiilî ne de sözlü müdahaleye gücü yetmeyen kişi ise en azından, işlenen kötülüğe kalben razı olmamalı ve hoşnutsuzluğunu tavırlarıyla ifade etmelidir.
İyiliği emreden/teşvik eden ve kötülükten meneden/sakındıran kişi, toplumda “iyi” olarak kabul edilen, çevresine “güven” veren, saygın bir insan olmalıdır. Toplum tarafından benimsenmeyen bir kişinin başkalarına etki edebilmesi mümkün değildir. Başkasına iyilikleri telkin edip kötülüklerden uzaklaşmasını öğütleyen kişi, öncelikle özeleştiri yapmalı, kendisinde bu söylediklerine muhalif bir özellik olup olmadığını gözden geçirmeli, başkalarından önce kendini düzeltmelidir. Nitekim nübüvvet öncesi dönemde üstün ahlâkıyla tanınan ve herkes tarafından “el-Emîn” diye anılan Allah Resûlü"nün bu hâli, İslâm"ın yayılmasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca inananlara Allah Teâlâ"nın emir ve nehiylerini