gönderdiği elçilere daima kolaylaştırıcı ve müjdeleyici olmalarını tavsiye etmiştir.42 Zira dilimizde ifade edildiği üzere, “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” Aynı şekilde iyiliği emredip kötülükten sakındıracak kişi bıktırıcı olmamaya da dikkat etmeli, muhatabın uygun zamanını kollamalıdır. Nitekim güzide sahâbî Abdullah b. Mes"ûd, her perşembe günü halka öğüt veriyor, iyiliği tavsiye ediyor, kötülükten sakındırıyor, halka vaaz ve nasihatte bulunuyordu. Kendisini dinleyen birinin bu nasihatleri her gün dinlemek istediğini söylemesi üzerine o, şöyle cevap vermişti: “Size bıkkınlık vermek istemeyişim beni bundan alıkoyuyor. Resûlullah bize bıkkınlık vereceği endişesiyle öğüt verme konusunda nasıl bizim durumumuzu kolluyor idiyse, ben de sizin uygun zamanınızı gözetiyorum.”43
Emr-i bi"l-ma"rûf ve nehy-i ani"l-münker görevini yerine getirmede herkesin bilgisi, gücü ve yetkisi nispetinde hareket etmekle yükümlü olduğu unutulmamalıdır. Kişi, yetkisini aşan konularda, olaylara bizzat müdahale etmek yerine daha yetkili bir mercie başvurarak sorumluluğunu yerine getirmiş olur. Nitekim iyiliği emredip kötülükleri izale etmesiyle meşhur Hişâm b. Hakîm, Şam bölgesinde cizye ödemeyen çiftçilere eziyet edildiğini gördüğünde bizzat müdahalede bulunmamış, durumu vali Umeyr b. Sa"d"a bildirerek onların serbest bırakılmalarını sağlamıştır.44 Mervân"ı sözlü olarak uyaran zâtın üzerine düşeni yaptığını söyleyen Ebû Saîd el-Hudrî"nin bu kanaati de söz konusu şahsın içinde bulunduğu durumu fiilen düzeltmekle sorumlu olmadığını ifade etmektedir.45 İnsanların yetkileri dışında hareket ederek kendi ictihadlarına göre iyi ya da kötü gördükleri davranışlar hususunda başkalarına yaptırım uygulamaları, bunu yaparken sorumluluklarını aşan bir tavır içine girmeleri, özellikle şiddete başvurmaları toplumu büyük bir karmaşaya sürükler. İslâm tarihinde asıl amacı “ıslah etmek” olan emir bi"l-ma"rûf adına, çeşitli fırkaların birbirleriyle şiddetli mücadelelere giriştiği ve sonuçta daha büyük fitnelere yol açmak suretiyle topluma zarar verdiği bilinen bir husustur.46 Bu nedenle, “Sizden, hayra çağıran, iyiliği teşvik edip kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” 47 âyetinde ifade edildiği üzere, İslâm dinindebu görevi üstlenen özel bir topluluğun olması öngörülmüştür. Bu amaçla İslâm tarihinde “hisbe” adı verilen bir teşkilat oluşturulmuştur. Kamu hukukuna dair meselelerle ilgilenen bu kurum emir bi"l-ma"rûf ve nehiy ani"l-münkeri yerine getirmede birtakım özel yetkilerle donatılmış, yetkisini aşan durumlarda ise olayları mahkemeye havale etmiştir.48