Peygamberimiz de zaman zaman maddî sıkıntıya düşmüş ve borçlanarak rehin vermek durumunda kalmıştı. Nitekim bir Yahudi"den bedelini daha sonra ödemek üzere aldığı yiyecek karşılığında ona zırhını rehin bıraktığı, başta eşi Hz. Âişe olmak üzere sahâbenin mâlûmu idi.50
Peygamber Efendimiz rehin işlemini uyguluyor, bu uygulamanın yanlış yönlerini de düzeltiyordu. Örneğin, câhiliye döneminde borçlar zamanında ödenmediğinde alacaklı elindeki rehin malı doğrudan mülkiyetine geçirebiliyordu.51 Kutlu Nebî bu uygulamaya son vermek amacıyla, borca karşılık bir malı rehin alan kişinin bu malı mülkiyetine geçiremeyeceğini bildirmişti.52 Bu şekilde, iki tarafın maslahatının korunabileceği bir uzlaşma sağlanması gerektiğine işaret ediyor ve emanet olarak verilen bir rehin üzerinde tek taraflı tasarruf yetkisinin bulunmadığını belirtiyordu.
Diğer taraftan, “Bir hayvan rehin alındığında rehin alan kişinin onun yemini vermesi gerekir. Rehin hayvanın sütü içilebilir. Sütü içen kişinin hayvanın bakımını sağlaması gerekir, ayrıca ona binebilir.” 53 buyurarak her iki tarafın maslahatını koruyordu. Buna göre malı rehin alan kişi, emanet edilen mala sahip çıkacak ve onu koruyacak buna karşılık olarak da zarar vermeyecek şekilde o maldan yararlanabilecekti.
“Alacağına şahin, borcuna karga olmak!” diye bir deyim vardır dilimizde. Bu şekilde davranmak bir Müslüman"a yaraşmaz. Müslüman eğer alacaklı ise borçlusunun zor durumda olduğunu gördüğünde ona kolaylık sağlar. Asla verdiğinden fazlasını istemek gibi haksız bir tutum sergilemekten kaçınır. Ancak borçluya da düşen görevler vardır. Borçlu, sorumluluğunun ciddi anlamda farkında olmalı ve borcunu bir an evvel ödemek için gayret sarf etmelidir. Zira borç sorumluluğu, ölünce değil ödeyince biter.