Hadislerle İslâm Cilt 5 Sayfa 301

Resûlullah (sav), Hz. Âişe"nin odasındaydı. Diğer eşi Safiyye, hizmetçisini göndererek, pişirdiği yemekten kendisine ikramda bulunmak istemişti. “Safiyye kadar güzel yemek yapanı görmedim.” diyen Âişe, bu ikramdan hiç de memnun olmamıştı. Kendisine hâkim olamadı. Hz. Safiyye"nin bu davranışını kıskanarak hizmetçinin eline vurdu. Tabak düşüp kırıldı, yemek odaya saçıldı. Hz. Peygamber, her zamanki anlayışlı ve sabırlı tavrı ile yerinden kalktı. Bir yandan yerdeki parçaları toplarken diğer yandan da etrafa saçılan yemeği kabın içine koymaya başladı. O esnada yanındakilere dönerek, “Anneniz kıskandı.” dedi. Kırılan tabağın yerine yenisini vermek üzere hizmetçiyi bir süre bekletti. Bu durumu pişmanlıkla seyreden Âişe, Resûlullah"a bu yaptığının kefaretini sordu. O da, “(Kırılan) kap gibi bir kap, (dökülen) yemek gibi bir yemek.” buyurdu. Biraz sonra getirilen sağlam tabağı, yemeği gönderen hanımına götürmesi için hizmetçiye verirken kırık olanı da Hz. Âişe"nin odasında bıraktı.1 Böylece Peygamberimiz, insanlara maddî zarar verildiğinde nasıl davranılacağına dair örnek bir tavır sergiliyordu. Her ne kadar burada hukukî bakımdan bağlayıcı bir durumdan bahsetmese de, ahlâkî açıdan böyle bir tazminatın önemini vurguluyordu. Nitekim Enes b. Mâlik"in rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber ödünç aldığı bir tabağı kaybetmiş ve onu sahiplerine tazmin ederek yani zararı telâfi ederek2 tek bir tabak ile bile olsa insanları mağdur etmekten kaçınmıştı.

“Tazmîn” kelimesinin çoğulu olan tazminat, borçlanmak, garanti vermek, tazmin yükümlülüğü altına girmek ve korumak demektir. Zararın yükümlü tarafından karşılanması anlamında “tazmîn” veya bunun yerine “damân” sözcüğü de kullanılır. Buna göre tazminat, “telef olan, zarara uğratılan şeyin aynısını veya değerini zarar görene vermek” demektir. Bu durumda tazminat, ihlâle uğrayan bir hakkın iadesi anlamına gelir. Kur"ân-ı Kerîm"de, akitlerin ve sözlerin yerine getirilmesi,3 başkalarının mallarına zarar verilmemesi,4 haksızlık ve kötülüklerin denk bir ceza ile karşılanması5 istenmiş, zerre miktarı kadar iyilik veya kötülük işleyenlerin yaptıklarının karşılığını görecekleri6 bildirilmiştir. Bunun neticesinde haksızlığa uğrayanların korunması, işlenen suçların karşılıksız bırakılmaması ve verilen

    

Dipnotlar

1 B5225 Buhârî, Nikâh, 108

حَدَّثَنَا عَلِىٌّ حَدَّثَنَا ابْنُ عُلَيَّةَ عَنْ حُمَيْدٍ عَنْ أَنَسٍ قَالَ كَانَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ بَعْضِ نِسَائِهِ فَأَرْسَلَتْ إِحْدَى أُمَّهَاتِ الْمُؤْمِنِينَ بِصَحْفَةٍ فِيهَا طَعَامٌ ، فَضَرَبَتِ الَّتِى النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم فِى بَيْتِهَا يَدَ الْخَادِمِ فَسَقَطَتِ الصَّحْفَةُ فَانْفَلَقَتْ ، فَجَمَعَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم فِلَقَ الصَّحْفَةِ ، ثُمَّ جَعَلَ يَجْمَعُ فِيهَا الطَّعَامَ الَّذِى كَانَ فِى الصَّحْفَةِ وَيَقُولُ « غَارَتْ أُمُّكُمْ » ، ثُمَّ حَبَسَ الْخَادِمَ حَتَّى أُتِىَ بِصَحْفَةٍ مِنْ عِنْدِ الَّتِى هُوَ فِى بَيْتِهَا ، فَدَفَعَ الصَّحْفَةَ الصَّحِيحَةَ إِلَى الَّتِى كُسِرَتْ صَحْفَتُهَا ، وَأَمْسَكَ الْمَكْسُورَةَ فِى بَيْتِ الَّتِى كَسَرَتْ . N3409 Nesâî, Işratü’n-nisâ, 4. أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ سُفْيَانَ عَنْ فُلَيْتٍ عَنْ جَسْرَةَ بِنْتِ دِجَاجَةَ عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ مَا رَأَيْتُ صَانِعَةَ طَعَامٍ مِثْلَ صَفِيَّةَ أَهْدَتْ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم إِنَاءً فِيهِ طَعَامٌ فَمَا مَلَكْتُ نَفْسِى أَنْ كَسَرْتُهُ فَسَأَلْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم عَنْ كَفَّارَتِهِ فَقَالَ « إِنَاءٌ كَإِنَاءٍ وَطَعَامٌ كَطَعَامٍ » .

2 T1360 Tirmizî, Ahkâm, 23.

حَدَّثَنَا عَلِىُّ بْنُ حُجْرٍ أَخْبَرَنَا سُوَيْدُ بْنُ عَبْدِ الْعَزِيزِ عَنْ حُمَيْدٍ عَنْ أَنَسٍ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم اسْتَعَارَ قَصْعَةً فَضَاعَتْ فَضَمِنَهَا لَهُمْ . قَالَ أَبُو عِيسَى وَهَذَا حَدِيثٌ غَيْرُ مَحْفُوظٍ . وَإِنَّمَا أَرَادَ عِنْدِى سُوَيْدٌ الْحَدِيثَ الَّذِى رَوَاهُ الثَّوْرِىُّ وَحَدِيثُ الثَّوْرِىِّ أَصَحُّ . اسْمُ أَبِى دَاوُدَ عُمَرُ بْنُ سَعْدٍ .

3 Bakara, 2/177

لَيْسَ الْبِرَّ اَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلٰكِنَّ الْبِرَّ مَنْ اٰمَنَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ وَالْمَلٰٓئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيّ۪نَۚ وَاٰتَى الْمَالَ عَلٰى حُبِّه۪ ذَوِي الْقُرْبٰى وَالْيَتَامٰى وَالْمَسَاك۪ينَ وَابْنَ السَّب۪يلِ وَالسَّٓائِل۪ينَ وَفِي الرِّقَابِۚ وَاَقَامَ الصَّلٰوةَ وَاٰتَى الزَّكٰوةَۚ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ اِذَا عَاهَدُواۚ وَالصَّابِر۪ينَ فِي الْبَأْسَٓاءِ وَالضَّرَّٓاءِ وَح۪ينَ الْبَأْسِۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ صَدَقُواۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ ﴿177﴾ Mâide, 5/1. يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ ﴿1﴾

4 Bakara, 2/188

وَلَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ وَتُدْلُوا بِهَٓا اِلَى الْحُكَّامِ لِتَأْكُلُوا فَر۪يقًا مِنْ اَمْوَالِ النَّاسِ بِالْاِثْمِ وَاَنْتُمْ تَعْلَمُونَ۟ ﴿188﴾ Şuarâ, 26/183. وَلَا تَبْخَسُوا النَّاسَ اَشْيَٓاءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا فِي الْاَرْضِ مُفْسِد۪ينَۚ ﴿183﴾

5 Şûrâ, 42/40.

وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ ﴿40﴾

6 Zilzâl, 99/7-8.

فَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ خَيْرًا يَرَهُۜ ﴿7﴾ وَمَنْ يَعْمَلْ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ شَرًّا يَرَهُ ﴿8﴾