zararların giderilmesi anlayışı İslâm adaletinin temelini oluşturmuştur. Zararı tazmin ettirmenin meşru olduğunu gösteren birçok hadis de vardır. Peygamberimiz şu ifadeleriyle önemli bir ilkeye vurgu yapmaktadır: “Zarar vermek de zarara zararla karşılık vermek de yoktur.” 7 Bu hadis genel bir mânâ ifade etse de dolaylı olarak zararın tazmin edilmesi gerektiğini de anlatır. Onun içindir ki İslâm fıkhında ve kodifiye edilmiş bir fıkıh mecmuası olan Mecelle "de, bu hadis esas alınarak “Mevcut zarar giderilir.”8 şeklinde bir kaide belirlenmiştir. Bu hadisten zarara misli ile veya başka bir şekilde zarar vererek mukabele edilemeyeceği ve kişisel olarak intikam alınamayacağı da anlaşılmaktadır. Zarara uğrayanın, yetkili kişilere başvurup tazminat talep etmesi hâlinde mağduriyeti giderilebilir. Nitekim yukarıdaki hadiste de Hz. Âişe, Peygamber Efendimize başvurmuş ve bunun neticesinde tazminatın ne şekilde ödeneceği belirlenmişti.
Zararı telâfi etmek için tazminat ödenmesinin birçok hikmeti vardır. Hak ihlâli sonucu oluşan mağduriyeti gidermenin, hem adalete olan güveni sağlamlaştıracağı, hem de kin ve intikam duygularını söndüreceği bir gerçektir. Ayrıca tazmin etme/ettirme, suistimalleri önleyecek, insanları yaptıkları işlerde daha temkinli ve titiz olmaya götürecektir.
Zararların telâfisini ifade etmek üzere hadislerde “diyet”, “erş” ve “damân” gibi kelimeler yer alır. Zararın mala, cana ve bedene yönelik olmasına göre farklı adlandırmalar söz konusudur. Zarar insana yönelik olduğunda tazminat genellikle “diyet” adını alır. Diğer bir ifadeyle “diyet”, daha çok ölümle sonuçlanan zararın tazmin edilmesidir.9 “Erş”, insanın yaralanması hâlinde başvurulan tazminat şeklidir.10 Mala ve eşyaya verilen zararların tazmini ise genellikle “damân” terimi ile ifade edilmektedir.11
Maddî zararlara karşı tazminat ödenmesinin hikmeti açıktır. Karşı tarafa bir zarar verilmiştir ve bu zarar telâfi edilmelidir. Gönüller ancak bu şekilde teskin olur, huzur bulur. Zira verilen bir zarara misliyle veya başka şekilde zarar vererek mukabele etmek, intikam almak, toplumda kaosa ve hukuksuzluğa yol açar. Maddî zararlarda kısas caiz olmadığına göre, gönüllerin teskin edilmesi için geriye bir telâfi yolu kalıyor. O da zararın ödenmesini istemektir. Meselâ, komşusu tarafından camı kırılan kimsenin, misilleme yaparak komşusunun camını kırması anlamsızdır. En makul çözüm, kırılan camın tazmin ettirilmesidir. Nitekim bir defasında Medineli sahâbîlerden Berâ" b. Âzib"in devesi bir adamın bahçesine girmiş ve oraya zarar vermişti. Kendisine arz edilen bu olayda