vermiş olduğu zararlardan dolayı karşı tarafın mağduriyetine sebep olan zararı dünyada değil de âhirette tazmin etmiş olan kimsedir.
Tazminat olarak belirlenen hakların alınmasında şöyle bir durum söz konusudur: Söz konusu olan hak, şahıslara veya onların mallarına yönelik bir cürümden dolayı ortaya çıkan malî veya malî sonuçları bulunan bir hak ise kişi bunda istediği şekilde karar verme yetkisine sahiptir. İsterse sorumluyu bağışlar isterse de tazminatın ödenmesini talep eder. Hiçbir kimsenin veya otoritenin bu hakkı kaldırma yetkisi bulunmamaktadır. Kişileri ilgilendirmekle birlikte bir yönüyle de kamu düzenine yönelik suçlarda terettüp eden tazminat durumlarında ise kişinin kendi hakkından vazgeçmesi bu şahsa ayrıca bir ceza/tazminat yüklenmesine mâni olmaz. Örneğin, yol kesme, gasp veya kamu malına yönelik işlenen bir suçta mağdur kişilerin kendi özel haklarından vazgeçmeleri, suçluların üzerinde kamuya verdikleri zarardan dolayı oluşan tazminat yükümlülüğünü kaldırmaz. Bunun yanında sadece “Allah hakkı” olarak bilinen ibadetlerin eksik olarak yapılmasından doğan malî yükümlülüklerin yerine getirilip getirilmemesi kul ve Allah arasında olan bir durumdur. Örneğin kişinin yemin kefaretini ödememesi, hac yasaklarını ihlâl edenin veya ihramlının avlanması durumunda terettüp eden cezaların yerine getirilmemesinin sonucu kişi ve kul arasında olan bir durumdur. Kişinin belirlenen cezaları ödemesi kulluğunun bir gereğidir. Ancak bunu yerine getirmemesi durumunda kişi Allah"a karşı sorumludur. Hesabı soracak yegâne merci de O"dur. Dilerse onu bağışlar dilerse de cezalandırır.
Peygamberimiz maddî zararlara karşı bir telâfi sistemi geliştirmiş ve bunun titizlikle uygulanmasını istemiştir. Zira dinimizde zarar vermeye müsaade edilmediği gibi zarar verenin cezasız kalması da arzu edilmemiştir. Maddî olarak verilen zararlar muhakkak telâfi edilmelidir. Zarara uğrayanın bunu affetmesi başka bir durumdur ancak zarar verenin zararı telâfi etmesi gerekir. Bunun hukukî boyutunun yanında insanî ilişkileri ilgilendiren başka bir boyutu daha vardır. Zarar vermek suretiyle oluşan mağduriyeti gidermek, adalete olan güveni sağlamlaştıracağı gibi kin ve intikam duygularını da söndürecektir. Zararları telâfi etmek, insanların gönüllerini kazanmak, kırılan kalpleri teskin etmek için de bir yoldur. Hatta küçük ve önemsiz dediğimiz zararlarda bile umursamaz bir tavır takınmak yerine karşı tarafın gönlünü alabilecek her türlü yola başvurulmalıdır.