İslâm"da eşitlik ilkesi, insanların sahip oldukları erdemleri, kuşandıkları değerleri, liyakat gibi vasıfları göz önünde bulundurmak suretiyle daha da anlamlı hâle gelir. Buna göre eşitlik, hak edene hakkını vermekle yani adalet kavramıyla birlikte değerlendirilir. Eşitlik ve adaletin aynı şey olmadıkları, kimi zaman eşitliklerin adaletsizliği doğurabildiği bilinmektedir. İnsanlar konumlarına bakılmaksızın hukukî şahsiyet olarak kabul edilmeleri yönüyle eşittir. Ancak adalet, hakların, herkesin yeteneğine, emeğine, toplumda oynadığı role göre dağıtılması olarak tanımlandığında, her eşitliğin adaleti sağlayamadığı görülmektedir. Kur"an"da bu hususa işaret eden pek çok âyet bulunmaktadır:
Mümin ile fâsık eşit değildir.27
Geceleyin bütün insanlar uyurken ibadet eden, âhirette vereceği hesabı düşünerek boyun büküp Rabbinin rahmetini dileyen kimse ile bunu inkâr eden kişi eşit değildir.28
Kıyamet gününde yüzünü azabın şiddetinden korumaya çalışan kimse (kendini bundan yana güvende hisseden kimse ile) eşit değildir.29
Allah"ın hoşnutluğunu gözetenle Allah"ın hışmına uğrayan eşit değildir.30
Katıksız bir iman ile küfür eşit değildir. Biri görür, diğeri kördür; biri aydınlıkta diğeri karanlıktadır; biri cennetin gölgesinde diğeri cehennem sıcağının odağındadır; kısacası biri gerçek mânâda yaşamaktadır, diğeri yaşıyor zannetse bile ölüdür.31
Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla mücadele edenler, hiçbir özrü olmadığı hâlde böyle bir çabaya girmeyenlerle eşit değildir.32
Mekke"nin fethinden önce, İslâm düşmanlarına karşı büyük bir savaşın verildiği dönemde bütün mallarını Allah yolunda harcayanlarla; fetihten sonra Müslüman olanların gayretleri bile eşit değildir.33
Rahmet Peygamberi, insanlığın zulmün karanlığında yaşadığı, insanı insan yapan bütün değerlerin yitirilmeye yüz tuttuğu, ahlâkî değerlerin yerini yapay üstünlük vesilelerine bıraktığı bir topluma hitap ediyordu. Onun insanlığa sunmuş olduğu evrensel ilkeler zulüm ve haksızlığın yerini eşitlik ve adaletin almasında bir dönüm noktası olmuştu. İlâhî vahiy ile yaratılanlar içerisinde en değerli yere sahip olan insana, insan olmasından kaynaklanan tabiî hakları iade edildi. İslâm"ın hiçbir ayrım gözetmeksizin bütün insanlara sunduğu bu haklar ile o gün geçerliliği olan bütün ayrımcılık ve imtiyaz sebepleri bertaraf edilmiş oldu. Tıpkı o güne olduğu gibi bugüne de hitap eden ve geçerliliğini kıyamete kadar koruyacak, “Bütün insanların tarağın dişleri gibi birbirlerine eşit oldukları” gerçeği ilân edildi.34