Zilkâde ayının yirmi beşinci günü, Resûlullah ve Müslümanlar hac ibadetini ifa etmek üzere Medine"den yola çıkmışlardı.1 Kafileye yoldan katılanlarla birlikte binlerce kişi, tekbir ve telbiyelerle bir pazar günü Mekke"ye girdiklerinde Zilhicce"nin dördü olmuştu.2 Perşembe gününe kadar Mekke"de kalan Resûl-i Ekrem, önce Mina"ya, daha sonra da Arafat"a gitti. Devesine binerek Urene Vadisi"nin ortasına geldi. Vadide toplanan büyük bir kalabalık heyecanla onu bekliyordu. Allah Resûlü, Veda Hutbesi olarak bilinen konuşmasında onlara şöyle seslendi:
“Kanlarınız ve mallarınız, size şu (Arafat) gününüz ile şu (Zilhicce) ayınızın, şu (Harem) beldenizdeki saygınlığı gibi saygındır. Bilesiniz ki! Câhiliye dönemine ait bütün işler ayaklarımın altındadır. Câhiliye döneminin bütün kan davaları da kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası da, İbn Rebîa"nın kan davasıdır...” 3
Allah Resûlü böylece kan davası olarak bilinen ve neredeyse insanlık tarihi kadar eski olan bu kanlı töreyi ayaklarının altına aldığını ilân ediyor, oradakilere, “Tebliğ ettim mi?” diye sorarak hem dinleyenleri hem de Yüce Allah"ı sözlerinin şahidi kılıyordu. Henüz küçük bir çocuk iken Huzeyl kabilesi tarafından öldürülen amcasının torunu İyâs b. Rebîa"nın kan davasını kaldırarak da işe önce kendi akrabalarından başlıyordu.4 İyâs, Huzeyl kabilesinin bir kolu olan5 Sa"doğulları"nda sütannesinin yanındaydı. Bu esnada Sa"doğulları ile Kinâne kabilesinin bir kolu olan Leysoğulları6 arasında savaş çıkmıştı. Savaşta çadırların arasında emeklemekte olan İyâs"a bir taş isabet etmiş ve İyâs vefat etmişti. İşte bu hadise sonucunda ortaya çıkan kan davası, Efendimizin ortadan kaldırdığı ilk kan davasıydı.7
Aslında o, Veda Hutbesi"nin çok daha öncesinde Medine"de güçlü bir sosyo-politik birlik kurmakla kan davasına en büyük darbeyi vurmuş oluyordu. Zira câhiliye döneminde merkezî otoriteyi temsil eden bir devlet anlayışı gelişmediğinden kan bağı esasına dayalı bir kabile düzeni hâkimdi ve öldürme suçunun cezasının uygulanmasında çoğu kez keyfîlik ve şahsî intikam esasına dayalı aşırılıklar söz konusu oluyordu. Öldürülenin kanının öcünü alma kutsal ve onur kazandıran bir görev sayıldığından güçlü kabilelerin bazen öldürülen bir üyesine karşılık zayıf kabileden birden fazla kişiyi öldürdüğü oluyor, zayıf kabileler ise diyete razı ediliyordu.