kaldırılarak kadınlarla âdet dönemlerinde ilişkiye girmek yasaklanmış,41 diğer taraftan âdetli kadınla yiyip içmeme, birlikte oturmama gibi kadını dışlayan bütün âdetler kaldırılmıştı.42
Câhiliye âdetlerinin hüküm sürdüğü uzun yıllar boyunca bir kişi evlâtlık edindiğinde artık evlâtlık çocuk o kişinin adıyla anılır, öz çocuk muamelesi görür, mirastan pay alırdı.43 Nitekim ashâb-ı kirâm, Allah Resûlü"nün azatlısı Zeyd"i “Muhammed"in oğlu Zeyd”şeklinde çağırırlardı.44 “Evlâtlıklarınızı, gerçek babalarının adlarıyla çağırınız. Allah yanında en doğrusu budur.Eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız bu takdirde onları din kardeşleriniz ve görüp gözettiğiniz kimseler olarak kabul edin.” 45 âyetinin inmesiyle birlikte evlâtlıklar kendi babalarına nispet edildi.
İslâm"dan önceki ceza sisteminde kabileciliğin izlerini görmek mümkündü. Zira o dönemde suçun bireyselliği ilkesine pek riayet edilmez, ferde karşı işlenen suç kabileye karşı işlenmiş sayılır ve bu nedenle kabileler uzun süre birbirleriyle savaşır, yıllarca kan davası güderlerdi. Kan davası, asabiyetin en önemli koruyucusuydu. Her kabilenin birbiriyle nesiller boyu süren kan davasına dayalı husumetleri vardı. Allah Resûlü ise Veda Hutbesi"nde câhiliye döneminde yaygın olan mal ve kanla ilgili bütün iftihar vesilelerinin ayağının altında olduğunu bildirmiş46 ve “Bilesiniz ki! Câhiliye faizlerinden olan tüm faizler kaldırılmıştır. Anaparalarınız ise sizindir. Haksızlık etmeyecek ve haksızlık da görmeyeceksiniz. Bilesiniz ki! Câhiliye devrinin bütün kan davaları kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdülmuttalib"in oğlu Hâris"in kan davasıdır...” buyurmuştu.47
Câhiliyede işlenen suçlar için kısas ve diyet uygulamaları da görülürdü. Ancak her konuda olduğu gibi cezaları tatbik konusunda da hür köle, zengin fakir, kadın erkek arasında ayrımcılık yapılıyordu. Nitekim Allah Resûlü döneminde Yahudi Benî Nadîr ve Benî Kurayza kabileleri arasında çıkan bir olayın eşitsizlik ve üstünlüğe dayanarak çözümlenmek istenmesi üzerine âyet inmiş ve bu kabileler, “Câhiliye kanunlarıyla mı yönetilmek istedikleri” sorusuna muhatap olmuşlardı.48 Sevgili Peygamberimiz, insanların asalet, soy, zenginlik gibi durumları dolayısıyla ayrıcalıklı muameleye tâbi tutulmalarını, zayıf ve kimsesiz kişilerin ezilmesini, cezaların yalnız güçsüzler için geçerli olmasını asla kabullenmemiş, her zaman hakkaniyet, adalet ve eşitlik prensipleriyle hareket ederek hüküm vermiştir. Nitekim bir defasında güçlü bir kabileye mensup olan ve hırsızlık yapan Fâtıma adlı bir kadın hakkında imtiyazlı hüküm vermesini kendisinden