Hicretin dokuzuncu senesiydi. Resûlullah (sav) Tebük Seferi" nden dönmüş, Mescid-i Nebevî"nin bitişiğindeki evine gelmişti. İçeriye girdiğinde, odasındaki rafın, üzerinde bazı canlı resimleri bulunan ince bir perde ile örtüldüğünü gördü. O anda kızdı, yüzünün rengi değişti ve onu çekip yırttı. Daha sonra Hz. Âişe"ye hitaben, “Kıyamet günü Allah katında insanların en şiddetli azaba uğrayacak olanları, (kendi yaptıklarını) Allah"ın yarattıklarına benzetmeye kalkışanlardır.” buyurdu. Hz. Peygamber"in şiddetli uyarısı üzerine Hz. Âişe de örtüyü kesip ondan bir iki minder yaptı.1 Daha sonra Hz. Peygamber bu yapılan minderlerin üzerine oturdu.2
İslâm dini, tevhid inancı üzerine kurulmuştu. Hz. Peygamber ise henüz putperestlikten yeni kurtulmuş olan insanların zihinlerindeki şirk izlerinin tamamen silinmesini istiyordu. Bu titizliği sebebiyledir ki Allah Resûlü, üzerinde canlı resmi bulunan örtü, duvar halısı ve benzeri eşyaların duvarlara, tavanlara ve raf üzerlerine asılmasını yasaklamıştı. Zira o, halka câhiliye inançlarını hatırlatabilecek, onları eski düşüncelerine yeniden sevk edebilecek hiçbir şeye önem vermelerini ve saygı duymalarını istemiyordu.
Hz. Peygamber (sav) evlerde, bazı eşyaların varlığından rahatsız olur ve bunların atılmasını isterdi. Hz. Âişe"nin anlattığına göre, Hz. Peygamber (sav) kendi evinde üzerinde Hıristiyanların haç resimleri bulunan şeyleri ya kırar ya da üzerindeki resimlerini silerdi.3
Hz. Peygamber, kullanılan eşyaların, kişiyi manevî duygulardan uzaklaştıracak, onlara sürekli dünyayı hatırlatacak şekilde ve konumda olmasını da uygun görmezdi. Âişe validemiz, üzerinde kuş resmi bulunan bir perdeleri olduğunu, onu kıble tarafına astıklarından içeri giren kimsenin karşısına geldiğini, bunun üzerine Resûlullah"ın (sav), “Ey Âişe, perdeyi değiştir. Çünkü her içeri girip onu gördüğümde dünyayı hatırlıyorum.” buyurduğunu bildirmektedir.4
Dünyanın bir meta, yani geçici olarak faydalanılacak bir yer olduğunu söyleyen Hz. Peygamber,5 hiçbir eşyaya ve mala gereğinden fazla değer vermezdi. Dünya malının geçici ve değersiz olduğunu şu sözleriyle anlatıyordu: “Âdemoğlu, "Malım, malım!" der. Ey âdemoğlu! Acaba yiyip tükettiğinden, giyip eskittiğinden ve sadaka verip (âhirette karşılığını almak üzere) önden