gönderdiğinden başkası senin malın mıdır?” 6 O, her çeşit lüks, israf ve aşırılıktan şiddetle kaçınarak davranışlarıyla da Müslümanlara örnek olmuştu.
Efendimizin dünyasında eşya, gönülden bağlanılacak maddî bir varlık ve kendisiyle kıymet kazanılacak bir değer değil, ihtiyaç için kullanılacak bir maldan ibaretti. Dünya malına aşırı değer verenleri şöyle uyarmıştı:“Dinarın ve dirhemin, kadifenin ve işlemeli elbiselerin kulu olana yazıklar olsun! Böyle bir kişiye bir şey verilirse memnun olur, verilmezse hoşnut olmaz.” 7 O, kullandığı eşyanın ihtiyacı karşılamasını yeterli görür, lüks arzusu içine girmeyerek imkânları kısıtlı olan Müslümanların yaşadığı mütevazı bir hayatı tercih ederdi. Hatta Resûlullah (sav), dünyaya geldiği anda sahip olduğu mal varlığına, eşyaya vefat ederken sahip bile değildi. Çünkü ihtiyacından artan para ve kıymetli eşyayı Allah yolunda infak etmişti. Müminlerin annesi Cüveyriye bnt. el-Hâris"in erkek kardeşi Amr b. Hâris"in bildirdiğine göre, Hz. Peygamber (sav) öldükten sonra ardında silahı, beyaz, dişi katırı ve bir miktar arazisinden başka bir şey bırakmamış, bunları da sadaka olarak bırakmıştı.8 O, geriye ne dirhem ne dinar ne köle ne cariye ve ne de başka bir şey bırakmıştı.9 Peygamberimizin miras olarak bıraktığı eşya, hayatın devamı için zarurî olan asgarî şeylerden ibaretti.
Hz. Peygamber"in (sav) her türlü dünyalık imkânı elde etme gücüne sahipken bile dünyalık biriktirme hevesi olmamıştı. Fakih sahâbîlerden Abdullah b. Mes"ûd, bir gün Hz. Peygamber"in, küçük olduğundan güvercin yuvasına benzetilen odasına girdi. O (sav) bir hasırın üzerinde uyuyordu. Hasır, sertliğinden dolayı Rahmet Elçisi"nin vücudunun yan tarafında izler bırakmıştı. İbn Mes"ûd, Resûlullah"ın bu hâline dayanamadı ve ağladı. İbn Mes"ûd"un ağlamasına şaşıran Hz. Peygamber, “Seni ağlatan şey nedir Abdullah!” diye sordu. İbn Mes"ûd kendisini ağlatan şeyi anlatmaya başladı: “Yâ Resûlallah, Kisra ve Kayser atlas, halis ipek ve dîbâc (İran dokuması ipekli kumaşlar) üzerinde yürüyorlar. Sen ise bu hasır üzerinde uyuyorsun. Bu hasır da senin vücudunda izler bırakmış.”
Bunun üzerine İbn Mes"ûd"u teselli eden şu cümleler döküldü Hz. Peygamber"in (sav) ağzından: “Ağlama Abdullah! Dünya onların, âhiret ise bizimdir. Hem benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada, ancak, bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden bir yolcu gibiyim.” 10
Evet, ne yolcu kalıcıydı ne de gölge. Ama menzile, hedefe ulaşmak için sıcak çöl ikliminde kısa süre de olsa gölgelenmek, güç toplamak demekti. Dünya fâni, dünyalıklar geçiciydi. Fakat âhirete giden yolda âhiret