Allah Resûlü"nün ilâhî vahyi tebliğ etmekle görevlendirildiği bölgede kabile esaslarına göre yaşayan bir toplum vardı. Kararların çoğunu, toplumu yönetip yönlendiren kabilelerden birer temsilcinin bulunduğu “nedve” (meclis) alırdı. Burada zaman zaman insanî değerlere saygılı, hakkı savunan kararlar alınmakla birlikte, çoğu zaman sinelere yerleşen câhiliye taassubu ile savaş, intikam, baskın kararları alınırdı. Nedve üyeleri, aynı ırk ve inanca sahip olmalarına rağmen birbirleriyle de mücadele hâlindeydiler. Kabilelerin birbirine saldırısını önleyen yegâne unsur, savaşabilme kabiliyeti ve gücü idi. Zayıf olanlar her türlü haksızlığa uğralayabildikleri için varlıkları bile sürekli tehlike altındaydı. Her an malları, mülkleri talan edilebilir, kendileri ve çocukları köle olabilirlerdi. Dayandıkları, içi boşaltılmış bazı kutsal değerler bulunmakla birlikte, kuralların uygulanma şekli güçlü kabilelerin yararına göre değişebiliyordu. Netice olarak toplumsal ve ferdî hayatın hemen bütün şekillerinde koyu bir karanlık, derin bir cehalet vardı.
Allah"ın Elçisi bu şartlarda Mekke"de varlık mücadelesi veriyor, kendisine tâbi olanlara ağırlıklı olarak tevhid akidesini anlatıyordu. Daha ilk günden itibaren hiçbir ayrım yapmaksızın zengin fakir, Arap Acem, siyah beyaz demeden toplumun bütün bireylerine ulaşıyordu. Öyle ki Mekke"nin en saygın ailelerine mensup olan Sa"d b. Ebû Vakkâs, Osman b. Affân, Talha b. Ubeydullah, Mus"ab b. Umeyr ile toplumun en alt tabakası olarak kabul edilen kölelerden Bilâl b. Rebâh, Habbâb b. Eret birlikte yan yana aynı safta yer alıyorlardı. Toplum içinde neredeyse hiçbir hakka sahip olmayan kadınlara Peygamberimiz son derece değer veriyor, onları erkeklerle beraber, aynı inancın birer üyesi olarak kabul ediyordu. Mekke döneminde Hz. Peygamber"in kendisine inanan sahâbîleri sevk ve idaresi, risâlet vasfına dayalı bir cemaat liderliği şeklinde idi. Ancak Medine"den gelen insanlardan biat alındığında, dinî yönünün yanı sıra bütün Müslümanlara kefil olan, onları yöneten, idare eden siyasî bir lider olmasının da ilk adımı atılmıştı.
Hicretten sonra Medine"de ilk defa “biz” olma şuurunu yakinen tatmaya ve yaşamaya başlayan Müslümanlar, kendi içlerindeki yardımlaşma ve dayanışmaya ilâveten Mekkeli müşrikler, diğer kabileler ve Yahudilerden