Peygamber Efendimizin yanında büyüme şerefine erişen Enes b. Mâlik"in anlattığına göre, bir gün Allah Resûlü ashâbıyla oturmuş, sohbet ediyordu. Sohbet esnasında şu veciz ifadeyi kullandı: “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et!” Hz. Peygamber"in bu sözü karşısında dostları hayli şaşırdılar. Zira onlar ilk defa Cündüb b. Anber tarafından söylenilen bu sözün yabancısı değillerdi.1 Nasıl şaşırmasınlar ki! Kabile taassubu çok güçlü olan Araplar arasında herkes tarafından benimsenip söylenen bu özdeyişi, Hz. Peygamber de kelimesi kelimesine sahâbeye telkin etmişti. Câhiliye düşüncesinde önemli bir yeri olan bu deyişi Hz. Peygamber"den işiten sahâbe, önce câhiliye döneminde olduğu gibi zâhiri üzere anladılar ve “Ey Allah"ın Resûlü, mazluma yardım ederiz, ancak zalime nasıl yardım edeceğiz?!” diye sordular.2 Bunun üzerine Hz. Peygamber, “Onu da zulümden men edersin, zulümden alıkoyarsın, işte bu, ona yardım etmektir.” buyurdu.3
Bazı rivayetlerde hadisin öncesinde şöyle bir olay anlatılır: Medine"de ensardan bir genç ile muhacirlerden bir genç her ne sebeptense dövüşmüşlerdi. Bir anda kavga büyümüş, ensardan olan genç ensara, muhacirlerden olan genç de muhacirlere seslenerek acil yardım istemişlerdi. Hz. Peygamber"in müdahalesi olmasa kimin haklı, kimin haksız olduğu anlaşılmadan iki mümin grup neredeyse birbirine gireceklerdi. İşte tam o hengâmede Allah Resûlü çıkarak, “Bu câhiliye ehlinin çağrısı da neyin nesidir?” diye sordu. İki gencin dövüştüklerini söylemeleri üzerine, bu hikmetli sözleri dile getirdi.4
Bu hadiste, tamamen câhiliye kültürüne ait olan ve ırkçılığa, kabile taassubuna dayalı cahilî düşüncelerin, Hz. Peygamber"in dilinde yeni bir mânâ ve İslâmî bir muhteva kazandığı görülmektedir.
Câhiliye döneminde bu sözden kastedilen, bir kimsenin kendi kabilesinden olan kardeşine zalim de olsa mazlum da olsa arka çıkmak şeklinde mutlak bir yardım idi.5 Yani zalim bile olsa onun bu zulmüne destek verme fikri, kabile taassubunun getirdiği câhiliye hamiyetinin tipik bir göstergesiydi.
Kabileciliğe ve kabilelere dayalı hayat tarzı, Arap yarımadasında asırlardır sürdürülen bir gelenekti. Köken olarak Adnânîler (Kuzey Arapları) ve