Kahtânîler (Güney Arapları) diye ikiye ayrılan Araplar, şehirli ya da bedevî olsun irili ufaklı kabilelere ayrılmışlardı.6 Zira yarımadanın zorlu fizikî şartları Arapları bu şekilde çeşitli gruplar hâlinde yaşamaya sevk etmişti. Merkezî bir yönetimden yoksun ve birbirinden bağımsız olan Arap kabileleri sürekli rekabet içindeydiler. Ekonomik, askerî ya da siyasî açıdan güçlü olmak, zayıflar üzerinde egemenlik kurmak için yeterli bir savaş sebebiydi. Fakat câhiliye döneminde yapılan savaşların asıl nedeni asabiyet, yani kabile içi dayanışma duygusuydu. Kişi mensubu olduğu kabileye kayıtsız şartsız bir aidiyet hissiyle bağlıydı.7
İslâm"dan önce Arap kabileleri birbirleriyle genellikle savaş hâlinde olmalarına rağmen bazı siyasî veya ticarî kaygılarla aralarında çeşitli antlaşmalar yaparak kendilerine özgü bir hukuk da oluşturmuşlardı. Kabileler arası ilişkilerde belirleyici olan ve haksızlıkların önüne geçilmesini sağlayarak bir güven ortamı meydana getiren bu antlaşmalara azami ölçüde riayet edilirdi.8 Örneğin Mekke"de bazı Kureyş kabileleri arasında, zayıfları korumak ve haksızlıkları önlemek amacıyla yapılan Hilfü"l-füdûl (Erdemliler Yemini) adlı antlaşmaya risâletle görevlendirilmeden önce gençliğinde Peygamberimiz de katılmıştı.9
Yıllar sonra Arap yarımadası İslâm"la tanıştı. Allah Teâlâ dinini tebliğ etmesi için Elçisi"ni Mekke"de yaşayan ve Arap kabileleri arasında itibarlı bir kabile olan Kureyş"ten seçmişti. Allah Resûlü bu gerçeği şöyle ifade etmişti: “Allah, İbrâhimoğulları"ndan İsmâil"i seçti. İsmâiloğulları"ndan Kinâneoğulları"nı seçti. Kinâneoğulları"ndan da Kureyş"i seçti. Kureyş"ten de Benî Hâşim"i seçti. Benî Hâşim"den de beni seçti.” 10 Fakat müşrik Kureyşliler, kendi kabilelerinden biri olan Hâşimoğulları"ndan bir peygamber gelmesine rağmen İslâm"ı kabul etmeye yanaşmadılar. Hepsi Kureyş"e mensup oldukları hâlde kabilecilik ruhu içlerine öyle sirayet etmişti ki kendi aralarında bile sürekli rekabet içindeydiler. Dolayısıyla sırf bu kabilecilik taassubu nedeniyle Allah Resûlü"ne karşı koydular. Çünkü böylece Hâşimoğulları diğer kabilelere üstünlük sağlamış olacaktı. Nitekim Ahnes b. Şerîk"in, Hz. Peygamber"den işittikleriyle ilgili olarak sorduğu soruya, Mahzûmoğulları"na mensup Ebû Cehil"in verdiği cevap bunu açıkça ortaya koyuyordu: “Biz ve Abdümenâfoğulları şan, şeref hususunda çekiştik durduk. Onlar (halka) yemek yedirdiler, biz de yedirdik. Onlar (arabuluculuk ederek) diyet yüklendiler, biz de yüklendik. Onlar bağışta bulundular, biz de bulunduk. Onlarla kulak kulağa giden iki yarış atı