Hadislerle İslâm Cilt 7 Sayfa 311

Hz. Âişe"nin yaşının ilerlediği zamanlardı. Resûlullah"ın vefatı üzerinden seneler geçmiş, Medine"nin hayat şartları epey değişmişti. Günün birinde müminlerin annesi, Eymen el-Habeşî isimli bir ziyaretçiyi kabul etti. O gün Hz. Âişe kalın pamuklu Yemen kumaşından imal edilmiş beş dirhem kıymetinde bir elbise giymeyi tercih etmişti. Hz. Âişe, bir etrafındaki insanların giyimine, bir de kendi giyimine baktı ve birden darlık zamanlarını hatırladı. Misafiri Eymen"e dönerek şöyle söyledi: “Eymen, başını kaldır da şu cariyeme bir bak! O şimdi benim üzerimdeki şu elbiseyi evde giymeye tenezzül etmez. Halbuki Resûlullah"ın sağlığında benim buna benzer bir elbisem vardı. Medine"de gelin olacak her hanım haberci gönderir, düğününde giymek için onu benden ödünç alırdı.”1

Gerçekten de köprünün altından çok sular geçmişti. Sahâbe-i kirâmın Hz. Peygamber"in hayatta olduğu yıllarda sahip oldukları maddî imkânlar ile vefatından sonra elde ettikleri arasında dağlar kadar fark vardı. Artık Mısır"dan İran"a kadar olan bölge ve onların hazineleri idareleri altındaydı.

Hz. Peygamber"in Mekke"de peygamberliğini ilân ettiği yıllarda Mekkeliler, kurdukları geniş ticaret ağı sayesinde Arap yarımadası ve civarındaki ülkelerle rahatlıkla iletişim kurabiliyor ve kâr elde edebiliyorlardı. İçlerinde emri altında köleleri olan, dilediği lüks tüketim maddelerini evlerinde kullanabilen zenginler zümresi de oluşmuştu. Ancak Peygamber"e iman eden bir avuç topluluğun müreffeh hayattan nasiplendiği söylenemezdi. Allah Resûlü"nün yanında yer alan Müslümanlar Peygamber"le birlikte akla gelebilecek her sıkıntıyı göğüslemeyi kabullenmiş oluyorlardı. Sayılarının azlığının yanında ilk inananların genelinin fakir, köle ve güçsüz kimselerden oluşmuş olması, bu insanları maddî yetersizliklerin yanı sıra mânevî olarak aşağılanmalara, işkencelere, dışlanmalara maruz bırakıyordu. On üç yıl boyunca Mekkeli müşriklerce dünyadan âdeta soyutlanan müminlerin yegâne endişesi hayatta kalabilmek, inançlarından dolayı işkence edilmeden yaşayabilmek idi. Öyle ki inançlarından dolayı boykot ve tecrit edildikleri dönemde bu sıkıntıları dayanılmaz hâle gelen Müslümanların yerde bir deri parçası bulduklarında “yiyecek bulduk” diye sevindikleri günler olmuştu.2

    

Dipnotlar

1 B2628 Buhârî, Hibe, 34.

حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَاحِدِ بْنُ أَيْمَنَ قَالَ حَدَّثَنِى أَبِى قَالَ دَخَلْتُ عَلَى عَائِشَةَ - رضى الله عنها - وَعَلَيْهَا دِرْعُ قِطْرٍ ثَمَنُ خَمْسَةِ دَرَاهِمَ ، فَقَالَتِ ارْفَعْ بَصَرَكَ إِلَى جَارِيَتِى ، انْظُرْ إِلَيْهَا فَإِنَّهَا تُزْهَى أَنْ تَلْبَسَهُ فِى الْبَيْتِ ، وَقَدْ كَانَ لِى مِنْهُنَّ دِرْعٌ عَلَى عَهْدِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، فَمَا كَانَتِ امْرَأَةٌ تُقَيَّنُ بِالْمَدِينَةِ إِلاَّ أَرْسَلَتْ إِلَىَّ تَسْتَعِيرُهُ .

2 SU3/217 Süheylî, er-Ravdu’l-unuf, III, 217.

رَضِيت أَنْ يَهْلِكَ بَطْنَانِ مِنْ بَنِي عَبْدِ مَنَافٍ، وَأَنْتَ شَاهِدٌ عَلَى ذَلِكَ مُوَافِقٌ لِقُرَيْشِ فِيهِ أَمَا وَاَللهِ لَئِنْ أَمْكَنْتُمُوهُمْ مِنْ هَذِهِ لَتَجِدَنّهُمْ إلَيْهَا مِنْكُمْ سِرَاعًا، قَالَ وَيْحَك فَمَاذَا أَصْنَعُ؟ إنّمَا أَنَا رَجُلٌ وَاحِدٌ قَالَ قَدْ وَجَدْت ثَانِيًا، قَالَ مَنْ هُوَ؟ قَالَ أَنَا، قَالَ أَبْغِنَا ثَالِثًا، قَالَ قَدْ فَعَلْت، قَالَ مَنْ هُوَ؟ قَالَ زُهَيْرُ بْنُ أَبِي أُمَيّةَ، قَالَ أبغنا رَابِعاسعي هِشَام فِي ضم أبي البخْترِي إِلَيْهِ:فَذَهَبَ إلَى أَبِي الْبَخْتَرِيّ بْنِ هِشَامٍ فَقَالَ لَهُ نَحْوًا مِمّا قَالَ لِمُطْعِمِ بْنِ عَدِيّ فَقَالَ وَهَلْ مِنْ أَحَدٍ يُعِينُ عَلَى هَذَا؟ قَالَ نَعَمْ قَالَ مَنْ هُوَ؟ قَالَ زُهَيْرُ بْنُ أَبِي أُمَيّةَ، وَالْمُطْعِمُ بْنُ عَدِيّ، وَأَنَا مَعَك، قَالَ أبغنا خَامِسًا.سعي هِشَام فِي ضم زَمعَة لَهُ:فَذَهَبَ إلَى زَمْعَةَ بْنِ الْأَسْوَدِ بْنِ الْمُطّلِبِ بْنِ أَسَدٍ، فَكَلّمَهُ وَذَكَرَ لَهُ قَرَابَتَهُمْ وَحَقّهُمْ فَقَالَ لَهُ وَهَلْ عَلَى هَذَا الْأَمْرِ الّذِي تَدْعُونِي إلَيْهِ مِنْ أَحَدٍ؟ قَالَ نَعَمْ ثُمّ سَمّى لَهُ الْقَوْمَ.مَا حدث بَين هِشَام وزملائه، وَبَين أبي جهل، حِين اعتزموا تمزيق الصَّحِيفَة:فَاتّعَدُوا خَطْمَ الْحَجُونِ لَيْلًا بِأَعْلَى مَكّةَ، فَاجْتَمَعُوا هُنَالِكَ فَأَجْمَعُوا أَمْرَهُمْ وَتَعَاقَدُوا عَلَى الْقِيَامِ فِي الصّحِيفَةِ حَتّى يَنْقُضُوهَا، وَقَالَ زُهَيْرٌ أَنَا أَبْدَؤُكُمْ فَأَكُونُـــــــــــــــــــــــــــــذَاتَ لَيْلَةٍ لِأَبُولَ فَسَمِعْت قَعْقَعَةً تَحْتَ الْبَوْلِ فَإِذَا قِطْعَةٌ مِنْ جِلْدِ بَعِيرٍ يَابِسَةٍ فَأَخَذْتهَا وَغَسَلْتهَا، ثُمّ أَحْرَقْتهَا ثُمّ رَضَضْتهَا، وَسَفِفْتهَا بِالْمَاءِ فَقَوِيت بِهَا ثَلَاثًا وَكَانُوا إذَا قَدِمَتْ الْعِيرُ مَكّةَ يَأْتِي أَحَدُهُمْ السّوقَ لِيَشْتَرِيَ شَيْئًا مِنْ الطّعَامِ لِعِيَالِهِ فَيَقُومُ أَبُو لَهَبٍ عَدُوّ اللهِ فَيَقُولُ يَا مَعْشَرَ التّجّارِ غَالُوا عَلَى أَصْحَابِ مُحَمّدٍ حَتّى لَا يُدْرِكُوا مَعَكُمْ شَيْئًا، فَقَدْ عَلِمْتُمْ مَا لِي وَوَفَاءُ ذِمّتِي، فَأَنَا ضَامِنٌ أَنْ لَا خَسَارَ عَلَيْكُمْ فَيَزِيدُونَ عَلَيْهِمْ فِي السّلْعَةِ قِيمَتُهَا أَضْعَافًا، حَتّى يَرْجِعَ إلَى أَطْفَالِهِ وَهُمْ يَتَضَاغَوْنَ مِنْ الْجَوْعِ وَلَيْسَ فِي يَدَيْهِ شَيْءٌ يُطْعِمُهُمْ بِهِ وَيَغْدُو التّجّارُ عَلَى أَبِي لَهَبٍ، فَيُرْبِحُهُمْ فِيمَا اشْتَرَوْا مِنْ الطّعَامِ وَاللّبَاسِ حَتّى جَهِدَ الْمُؤْمِنُونَ وَمَنْ مَعَهُمْ جَوْعًا وَعُرْيًا، وَهَذِهِ إحْدَى الشّدَائِدِ