demesin.” ifadesiyle sorunların çözümsüz bırakılmamasının, ictihad edilmesinin ve kişisel aklın işletilmesinin gerekliliğine bir işarettir. Ahlâkî ölçüleri gözettiği sürece bilgili insanların kanaat belirtmekten çekinmemeleri istenmektedir.
Resûl-i Ekrem"in vefatından sonra sahâbe, ortaya çıkan problemlerle ilgili Kur"an"dan ve Hz. Peygamber"in sünnetinden çözümler aramış; onlarda somut çözüm önerileri bulamadıklarında bu kaynakların benzer hükümlerinden ilham alarak dinin esaslarına ve hedeflediği maksat ve maslahatlara uygun bir sonuca ulaşmaya çalışmışlardır. Böylece ictihad mekanizması çalışmaya başlamıştır. Onlar bu uygulamalarında Peygamberimizin ictihada teşvik ve cesaretlendirmelerinden güç almışlardır. Zira Allah Resûlü böyle bir çabayı, yanılma payı bile olsa, onaylamış ve şöyle buyurmuştur:“Hâkim, hüküm verirken ictihad eder (gücü nispetinde çaba sarf eder) de sonunda isabetli karar verirse, iki sevap kazanır. Eğer ictihad eder de sonunda hata ederse, bir sevap kazanır.” 31
Gerekli bilgi ve yönteme sahip olan, aynı zamanda bilgi ahlâkına riayet eden kişilerin görüş ortaya koymaları, hüküm vermeleri, ulaştıkları sonuçlara göre değil, taşıdıkları niyet ve sarf ettikleri çabaya göre değer kazanır. “Bu Kur"an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” 32 buyuran Rabbimiz, pek çok âyette kullarını, düşünüp ibret almak ve hidayete ermek için akıllarını kullanmaya davet etmektedir. Sık sık “...akletmez misiniz?” 33 uyarısıyla kullarının akıllarını işlevsel hâle getirmelerini istemekte, düşünmeyenleri ise, “...Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; zira akıllarını kullanmazlar.” 34 şeklinde eleştirmektedir.
Aklını kullanan, bilgi üreten ve hüküm veren kişinin ahlâkî bir sorumluluğu olduğu kadar, muhataplarının yani kendisinden hüküm vermesini isteyenlerin de sadece hakikatin ortaya çıkması gibi samimi bir niyet taşımaları gerekir. Bu anlamda her iki tarafın da ahlâkî yükümlülükleri vardır. Peygamberimiz konumu gereği insanlar arasında hakemlik yaparken ahlâkî sorumluluğun en güzel örneklerini sergilemiştir. Aralarında hüküm verdiği insanları da aynı hassasiyeti göstermeleri konusunda uyarmıştır: “Ben ancak bir insanım. Siz bana bazı davalarla geliyorsunuz. Belki biriniz delilini diğerinden daha güzel ifade eder ve ben ondan duyduğuma göre (onun lehine) hüküm veririm. Bu şekilde kime (yanlışlıkla) kardeşinin hakkından bir şey vermişsem, asla onu almasın. Zira böyle bir durumda ona ben ancak bir ateş parçası vermiş olurum.” 35