sonra lehine dönen Hudeybiye antlaşması da onun dehasını, ileri görüşlülüğünü, tahlil ve değerlendirme kabiliyetini açıkça ortaya koymaktadır.18
O hâlde, “Mümin, Allah"ın nuruyla bakar.” ifadesini, “Mümin, Allah"ın doğuştan kendisine verdiği özel yetenekleri ve kavrama kapasitesiyle bakar.” şeklinde anlamak mümkündür. Elbette bu kavrama kapasitesi, sadece inanan insanlarda mevcut değildir.
Nitekim câhiliye döneminde bir kimsenin fizikî yapısı ve organlarından hareketle onun soyu, ahlâkı ve karakteri hakkında tahminde bulunulan “kıyâfe” diye adlandırılan ve tecrübeye dayanan bir ilim dalı vardı. Bu konuda feraset, basiret, bilgi ve tecrübeye sahip kişilere de “kâif” denirdi.19 Nitekim Resûlullah da bir keresinde sadece ayak tabanlarını görerek Zeyd b. Hârise ile oğlu Üsâme"nin baba oğul olduğunu söyleyen bir kâifin bilgisine şaşırmış ve mutlu olmuştu.20
Enes b. Mâlik vasıtasıyla Resûlullah"a nispet edilen bir sözde, “Allah"ın, işaretlerle insanları tanıyan kulları vardır.” 21 buyrulması, bu özel yeteneğin potansiyel olarak her insanda olabileceğini göstermektedir. Ancak Efendimizin (sav) "Allah"ın nuruyla bakma" ile iman arasında bir ilgi kurması, feraset ve basiretin, mümin insanda daha fazla gelişmiş olması gerektiğini ifade etmektedir. Bilge sahâbî Abdullah b. Mes"ûd, insanlar arasında feraseti en güçlü kişilerin; Hz. Yusuf"u satın aldıktan sonra hanımına, “Ona iyi bak. Belki bize yararı dokunur veya onu evlat ediniriz.” diyen22 Mısırlı Aziz ve Hz. Musa hakkında, “Babacığım, onu ücretle tut. Herhâlde ücretle tuttuklarının en hayırlısı, güçlü ve güvenilir olan bu adam olacaktır.” 23 diyen Hz. Şuayb"ın kızı ile halifeliği Hz. Ömer"e bırakan Hz. Ebû Bekir olduğunu söylemiştir.24
Bütün bu örnekler, aslında hayata Allah"ın nuruyla bakan bir idrakin yansımalarıdır. Hz. Peygamber"in, “Müminin ferasetinden sakının. Çünkü o, Allah"ın nuruyla bakar.” dedikten sonra, “Elbette bunda feraset sahipleri için ibretler vardır.” 25 âyetini okumuş olması26 anlamlıdır. Burada, alâmetleri, işaretleri okuyabilen ve onların neye delâlet ettiğini anlayabilen, eşyanın ve varlıkların arkasındaki nihaî mânâlara vâkıf olan kişilerden söz edilmektedir. Bu âyette ifade edilen “mütevessim” müminler, Kur"ân-ı Kerîm okurken, kâinatı incelerken, insanlara bakarken, her gözün göremediği, her aklın idrak edemediği bazı şeyleri hissederler. Bu âyet-i kerimenin öncesinde Yüce Allah, Lût kavminin yaptığı ahlâksızlıklardan, onlara ceza olarak gönderilen uğultulu bir sesle (sayha) şehirlerinin altının üstüne