kin besleyen birini aydınlatabilmiştir. Bunlardan biri Hanîfeoğulları"ndan Sümâme b. Üsâl"dir. Ebû Hüreyre"den nakledildiğine göre, Yemâme reisi Sümâme, hicretin yedinci yılı Muharrem ayında7 Necid bölgesine yönelik düzenlenen askerî bir sefer esnasında esir alındı. Daha önce Resûlullah"ın bir elçisini öldürmeye teşebbüs ettiği için Hz. Peygamber (sav) onun cezalandırılmasını istemişti.8 Derken Resûlullah (sav) tutuklu hâldeki Sümâme"ye, “Yanında bana sunacağın ne var?” diye sorduğunda, Sümâme, “İyi bir şey.” dedi ve ekledi: “Eğer beni öldürürsen, kanı helâl birini öldürmüş olursun. Eğer bana lütufta bulunursan (canımı bağışlarsan) şükreden birine iyilik yapmış olacaksın. Eğer (kurtuluş fidyem için) mal istersen, ne kadar dilersen işte malım.” Üç gün tekrar eden bu görüşmenin neticesinde Allah"ın Elçisi, Sümâme"nin serbest bırakılması talimatını verdi. Gördüğü iyi muamelenin de etkisiyle orada Müslüman olan Sümâme şu samimi itirafta bulunmuştur: “Ey Muhammed, vallahi yeryüzünde benim için senin yüzünden daha nahoş bir yüz yoktu! Şimdi senin yüzün benim için bütün yüzlerden daha güzel oldu. Vallahi senin dininden daha fazla nefret ettiğim bir din yoktu! Artık bana göre senin dinin bütün dinlerden daha güzeldir. Vallahi benim için senin beldenden daha sevimsiz bir belde yoktu. Şimdi belden de benim için bütün beldelerden sevimli oldu!”9 İlerleyen yıllarda Yemâme halkı Müseylemetü"l-Kezzâb"a uyarak İslâm"dan ayrılacak ancak Sümâme İslâm"a sadık kalacaktı.10
Farklı zaman ve mekânlarda gerçekleşen bu iki gerçek öykünün birincisi, Allah"ın dinini tebliğ etmekle yükümlü seçkin kulları olan peygamberlerin dahi çok arzulamalarına rağmen her zaman istedikleri kişilerin hidayete eremedikleri gerçeğini ortaya koymaktadır. Nuh Peygamber"in oğlu,11 Lût Peygamber"in karısı12 bu gerçeğin dikkat çeken örneklerindendir. Diğeri ise, Hz. Peygamber"den nefret edecek kadar ona düşman olan birinin dahi sadece ondan gördüğü iyi bir muamele karşısında hidayet nuruyla aydınlanabileceğini göstermektedir.
Hiç kuşkusuz tarih bunlar gibi daha birçok hadiseye tanıklık etmiştir. Buna göre hidayet olgusu, kul ile Yaratıcı arasındaki özel bir ilişkiyi ifade etmektedir. Üçüncü bir varlığın müdahil olamadığı vicdanî bir olayı ifade eden hidayet, tabiatı itibariyle öteden beri İslâm bilginlerinin zihinlerini hep meşgul etmiştir. Âyet ve hadislerde yer alan birbirinden farklı ve zaman zaman telifi zor ifadeler, hidayet mefhumunun bütünüyle kavranmasında, aceleyle yapılan yorumların yeterli olamayacağını, derin tahlillere