Ancak insana izafe edildiğinde hidayetin birtakım kelâmî/teolojik sorunlara yol açtığı görülmektedir. Mamafih insanın hidayete ermesinde kendi iradesinin rolü, hidayetin Allah"ın dilemesine bağlı olup olmadığı gibi hususlar geçmişten günümüze Müslüman düşünürleri sürekli meşgul etmiştir. Kur"an"daki kelime ve kavramlar üzerine yaptığı çalışmasıyla bilinen İslâm âlimi Râğıb el-İsfehânî, Allah"ın insana hidayet etmesinin şu dört düzeyde tahakkuk ettiğini söylemektedir:
• Hidayet, insana yol gösteren akıl, zeka ve bilgiyi ifade eder. Bu hidayet her mükellefe bahşedilmiştir. “Musa, "Rabbimiz, her şeye hilkatini (yaratılış özelliklerini) veren, sonra onlara yol gösterendir." dedi.” 26 âyetindeki hidayet bu anlamı ifade eder.
• “Onları (peygamberleri) bizim emrimizle doğru yolu gösteren önderler yaptık.” 27 âyetinde de ifade edildiği gibi Allah"ın, Kur"an"ı indirmek suretiyle veya peygamberlerin diliyle insanlara yaptığı davet.
• “İman edip salih ameller işleyenlere gelince, Rableri onları imanları sebebiyle, hidayete erdirir.” 28 “Kim Allah"a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya iletir.” 29 gibi âyetlerde işaret edildiği üzere Allah"ın, doğru yolu bulana lütfettiği tevfik, başarı.
• Ve nihayet Allah"ın, hak eden kullarını âhirette cennetine götürmesi. Nitekim el-Hâdî sıfatının sahibi Allah Teâlâ bir âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Biz onların kalplerinde kin namına ne varsa söküp attık. Onların altlarından da ırmaklar akar. "Hamd, bizi buna eriştiren Allah"a mahsustur. Eğer Allah"ın bizi eriştirmesi olmasaydı, biz hidayete ermiş olamazdık. Andolsun, Rabbimizin peygamberleri bize hakkı getirmişler." derler. Onlara, "İşte yaptığınız (iyi işler) sayesinde kendisine vâris kılındığınız cennet!" diye seslenilir.” 30
Yukarıda tasnif edilen hidayet çeşitlerinin hepsi birbirleriyle ilintilidir. Birinin gerçekleşmesi öncekinin gerçekleşmesine bağlıdır...31 Şöyle ki akıl melekesiyle donatılmış her insan Allah"ın varlığını idrak etme yeteneğine sahiptir. Böylece birinci derecede hidayetten nasibini almış demektir. Ancak bu yeterli değildir. Vahye muhatap olan akıl sahibinin aklını kullanmak suretiyle ilâhî hakikatle buluşması gerekir. Ancak ilâhî mesajları alma imkânından yoksun olanlar ikinci düzeydeki hidayeti bulamazlar. Zaten bundan sorumlu da değildirler.
İlâhî vahye kulak verip hidayeti bulmak da nihaî olarak bir anlam ifade etmeyebilir. Bunun için de Allah"ın inayetiyle hidayet üzere kalabilmeyi başarmak önemlidir. Hidayeti bulduğu hâlde yüce ilâhî mesajların