rivayet etmesinde bir sakınca görmemişlerdir.80 Bizzat sahâbîlerin Hz. Peygamber döneminde zaman zaman muhatap oldukları buyrukları farklı biçimlerde algılayabildikleri81 göz önüne alınırsa bu konuda müsamaha gösterilmesi kaçınılmazdı.
Hz. Peygamber’in vefatından sonra çeşitli coğrafyalara dağılıp oralarda nebevî bilgi mirasını geniş kitlelere ulaştırma görevini üstlenen sahâbîlerin, hadisleri Peygamber’in ağzından çıktığı şekliyle bire bir rivayet ettiklerini söylemek zordur. Nitekim en çok hadis rivayet eden sahâbîlerden Enes b. Mâlik’in bu noktada zaman zaman temkinli bir üslûp kullandığı görülmektedir. Onun, bir hadis rivayet ettiğinde, sözlerini “yahut da Resûlullah’ın buyurduğu gibi (sأَوْ كَمَا قَالَ رَسُولُ اللَّهِ )” şeklinde bitirdiği rivayet edilir.82
Hz. Peygamber’in ashâbını yetiştirmek için mescitte tertiplediği özel sohbetler, çeşitli heyetlerle gerçekleştirilen görüşmelerdeki beyanlar, ev ziyaretlerinde dile getirdiği hakikatler, savaşa gidip gelirken ve savaş alanlarında sarf ettiği sözler, herkesin huzurunda gerçekleşmiştir. Çeşitli vesilelerle özel olarak konuştuğu kimseler de bu görüşmelerde dile getirdiklerini mutlaka arkadaşlarıyla paylaşmışlardır. Böylece o, herkesin gözleri önünde ve herkese hitap eden bir Peygamber olarak yaşamış, asla kimseye gizli saklı bir bildirimde bulunmamıştır. Arkadaşlarının her biri de kendi idrak, zihin, hafıza ve muhayyile düzeylerine göre onun söz ve davranışlarını bellemişler ve onu göremeyen kuşaklara öğrendiklerini taşımışlardır.
Allah Resûlü hayatta iken onun tebliğ ettiği dine gönülden bağlanan ve onu hayatlarının odağına yerleştiren sahâbîler, Peygamber’i en yüksek örnek bilmişler ve bütün davranışlarında onu ölçü almışlardı. Onun gibi namaz kılmak,83 onun gibi oruç tutmak,84 o nasıl haccetmişse öyle haccetmek,85 nasıl Kur’an okumuşsa öyle Kur’an okumak,86 kısacası her sahâbîde Allah’a onun gibi kulluk yapma arzusu vardı. Asr-ı saadette bu arzuyu duyan sahâbîler, Resûl-i Ekrem’in hayatını izlemekten yahut onun hayatının ayrıntılarını soruşturup öğrenmekten kendilerini alamazlardı. Onu anne ve babalarından, mal ve mülklerinden, vatan ve illerinden, hatta kendi canlarından daha çok seven, onun hatırasını her an zinde ve diri tutan muhacir ve ensarın, onun sözlerine, talimat ve yönlendirmelerine, hal, hareket ve tavırlarına, şekil ve şemâiline, yemesine ve içmesine, oturup kalkmasına, insanlarla ilişki tarzına, aile yaşantısına, dostluğuna, ibadetine ve taatine; düşmanla yahut yabancılarla iletişimine; sorgularken, suç işleyenleri