olmasının sebebi, onun da arkadaşını öldürmeye kalkışmasıydı. O, işlemek istediği fiili yapamasa da tutumu niyetten öteye geçmiş, azim ve kasta, hatta fiilî teşebbüse dönüşmüştü.
Peygamberimiz, “Müminin niyeti, amelinden daha hayırlıdır.” buyurmuştur.18 İyi bir niyete dayanmayan amel ne kadar faydalı ve güzel olsa da kişinin Allah katındaki değerini artırmaz. Amelsiz niyet ise kişiye sevap kazandırabilir. Nitekim Allah Resûlü salih ameller yapmak istedikleri hâlde imkânsızlıkları ya da mazeretleri nedeniyle yapamayanların, o amelleri yapmış gibi sevap alacağını müjdelemiştir. O (sav), bir savaş esnasında, “Medine"de bize katılamayan öyle kimseler kaldı ki geçtiğimiz her dağ yolu ve vadide onlar da bizlerle beraberdi. Mazeretleri onların (bizimle gelmelerine) engel oldu.” 19 buyurmuştur. Allah"ın, tüm kalbi ile içten ve samimi bir şekilde “şehit olayım” diye kendisine yalvaran kişiyi —yatağında da ölse— şehitlerin makamına çıkarması da20 fiile dönüşmese bile içten ve samimi niyetin kıymetini göstermek için kâfidir. Dolayısıyla dinimizde halis niyetin, samimi bir gayret kadar değerli olduğu; bir iş için gönülden verilen doğru kararın ya da zihinden geçirilen iyi planın en az o işi gerçekleştirmek kadar anlam taşıdığı unutulmamalıdır.
Niyet-amel ilişkisini Hz. Peygamber döneminde yaşanan şu olay daha net bir şekilde ortaya koymaktadır: Bedir ehlinden olan Yezid b. Ahnes,21 bir miktar parayla mescide gelmiş ve insanlara dağıtması için onları bir adama vermişti. Bu esnada babası gibi Bedir ashâbı arasında olan oğlu Ma"n b. Yezid de22 mescide gelmişti. Söz konusu kimse de bu parayı ona verdi. Yezid bu durumu fark edince, “Vallahi sana vermek istememiştim.” diyerek oğlundaki parayı geri almak istedi. Ma"n ise vermeyeceğini söyleyince tartıştılar. Durumu Hz. Peygamber"e ilettiklerinde o (sav), şöyle karar verdi: “Ey Yezid! Niyet ettiğin üzere verdiğin sadakanın sevabı senindir. Ey Ma"n! Aldığın para da senindir.” 23
Hz. Peygamber, “Dile getirmedikçe veya fiiliyata dökmedikçe Allah, ümmetimi akıllarından geçirdikleri hususlarda sorumlu tutmamıştır.” 24 buyurarak insanın zihnine gelen veya nefsinde hissettiği vesvese türü gelip geçici duygulardan ve olumsuz düşüncelerden sorumlu olmadığını açıklamıştı. Nitekim şeytanın insanın içine attığı ve hiç kimsenin kurtulamayacağı bu şeyler sorumluluk kapsamında değildir. Hatta bir keresinde bazı sahâbîler Resûlullah"a gelerek, “Bazen söylemesi bile bize çok ağır gelecek şeyler içimizden geçiyor.” dediklerinde Hz. Peygamber, “İşte bu imanın en açık şeklidir.” buyurmuştur.25