uyarmakla yetinmişti. Allah Resûlü"nün hoşgörü esasına dayalı bu eğitim tarzından oldukça etkilenen Muâviye, “Anam babam ona feda olsun! Ne ondan önce ne de sonra daha güzel öğreten birini gördüm. Vallahi Resûlullah beni ne azarladı ne bana vurdu ne de hakaret etti!” demekten kendini alamamıştı.32 Yine Ramazan ayı içerisinde yaptığı zıhâr yeminini bozduğu için kavmi tarafından sert eleştirilere maruz kalan fakir sahâbî Seleme b. Sahr, durumunu Hz. Peygamber"e anlatmış, o da kendisine anlayışla yaklaşarak sorununu çözüme kavuşturmuştu. Bunun üzerine kavmine dönen Seleme onlara şöyle dedi: “Ben, sizde dar görüşlülük ve anlayışsızlık; Resûlullah"da ise hoşgörü ve anlayış buldum.”33
İslâm"ın hoşgörü anlayışı, kolaylık prensibi olarak dinî yükümlülüklerde de yerini almıştır. Allah Resûlü, bir mağarada karşılaştığı dünyadan el etek çekmiş bir adama özenerek onun gibi yaşamak için kendisinden izin isteyen bir sahâbîye,“Ben Yahudilik ve Hıristiyanlık"la değil, müsamahakâr Hanîf diniyle gönderildim...” 34 buyurarak İslâm"ın tevhid yönüyle birlikte kolaylık ve müsamaha dini oluşunu da vurgulamıştır. Zira din kolaylıktır. Kim dini zorlaştırırsa, din mutlaka ona galip gelir.35 Dolayısıyla dünyevî işlerden tamamen uzaklaşarak kendini sadece dine adamak gibi aşırı davranışlar, İslâm"ın yükümlülük anlayışına aykırıdır. Halbuki Allah Teâlâ, kulları için ancak kolaylık diler, zorluk dilemez.36 Ruhbanlıkta ise Rabbimizin bu hoşgörü ve müsamahasına rağmen insanın doğal ihtiyaçlarından kendini mahrum etmesi söz konusudur.
İbadetlerde kolaylık prensibini ilke edinen Allah Resûlü sefere çıktığında bazen oruç tutar, bazen tutmazdı.37 Hatta seferde oruç tutma konusunda kendilerini zorlayanlara uyarıda bulunmuştu.38 Hz. Peygamber"in cemaatin durumunu gözeterek kıraati kısa tutmak suretiyle namazı hafif kıldırması,39 hac esnasında bilmezlikten kaynaklanan bazı hataların ibadete zarar vermeyeceğini ifade etmesi40 de onun kolaylığı tercih etmesinin diğer örneklerindendi.
Peygamberimizin yaşadığı dönemde Müslümanlar arasında dinî hoşgörü vardı. Dinin ruhsat verdiği konularda bu ruhsatı kullananları kimse kınamaz ve ayıplamazdı. Çünkü ibadetlerde kolaylık ve ruhsat tanınması, dinî hoşgörünün yansımasıydı. Meselâ, Ramazan ayında sefere çıkıp da kendisinde tutabilecek gücü bulan kimse oruç tutar, bu gücü kendinde görmeyen ise oruç tutmazdı. Her iki grup da birbirini hoşgörüyle karşılar, kimse kimseyi ayıplamazdı.41