olsun her ferde disiplinli ve sorumlu davranış bilinci kazandırmaya yönelik olduğu unutulmamalıdır. Bilinçli davranmayı öğrenen fertler, israftan uzak duracaklardır. Artık bunu kişisel olduğu kadar, toplumsal bir sorumluluk olarak da düşüneceklerdir.
Abdestte organları üçer kereden fazla yıkamanın hatalı davranma, haddi aşma ve zulüm yani haksızlık yapma şeklinde tanımlanması, sanki nimetin kadrini bilmemekle Allah"a, mutedil davranmamakla insanlık onuruna ve ortak bir serveti ölçüsüz harcamakla da diğer fertlere karşı işlenen suçu ima ediyor gibidir. Ne yazık ki bugün bu bilinçten mahrum oluşumuz, bir lokma ekmeğe muhtaç pek çok insan varken milyonlarca ekmeğin çöpe atılmasına sebep olmaktadır. Bu hâlimizle, “Birinizin elindeki lokma yere düşerse ondaki toz toprağı gidersin ve onu yesin. Onu şeytana bırakmasın.” 17 şeklindeki nebevî öğütten ne kadar nasipsiz kaldığımız aşikârdır. Peygamberimizin bu ifadesinde de israfı şeytan ile ilişkilendirmesi ise düşündürücüdür.
İslâm açısından malın, servetin ya da çevrenin israfı, kişinin ruh dünyasındaki israf ile yani mutedil davranma melekesinden yoksunluk ile yakından ilgilidir. Öyle ya, ırmakta alınan abdestte bile suyun israf edilmemesinin öğütlenmesindeki amaç başka ne olabilir? Bütün bunları düşündüğümüzde Sevgili Peygamberimize nispet edilen, “Canının çektiği her şeyi yemen israftır.” 18 rivayetini daha iyi anlıyoruz. Bu nebevî söz, yiyecek tüketiminden bahsediyor değil elbette. Kişinin nefsine hâkim olmasıdır öğütlenen. Bu, bir nefis terbiyesidir.
Savurganlığımız maddî imkânlarımızı yok ettiği gibi bizi yarınını düşünmeyen, sorumsuz ve disiplinsiz insanlar hâline de getirmektedir. Savurduğumuz şey sadece para pul değil, aynı zamanda yok olup giden emeğimiz, şevkimiz ve geleceğimizdir. Hâlbuki insan, yarınıyla ilgili kaygılar besleyen bir varlık olarak da diğer canlılardan ayrılır. Müslüman"da ise bu kaygılar kişisel değildir. İnanan bir kimsenin sadece kendi geleceğine dair değil, ailesine, topluma hatta gelecek nesillere dair kaygıları vardır.
Arzu ve isteklerini makul ölçüler içerisinde tutamayan insanların, geniş imkânlara sahip olmalarına rağmen huzur ve mutluluktan yoksun olduklarını görmek zor değildir. Temel ihtiyaçların dışındaki lüks harcamalar, bireyi ihtiraslarına mahkûm ettiği gibi yaşadığı toplumu da huzursuz etmektedir. Yiyecek, giyecek ya da yakacak gibi en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanların olduğu bir toplumda şımarıkça yapılan