ganimeti eşit şekilde paylaştırırdı. Ancak burada farklı bir durum vardı. Henüz güçlenmeye başlayan İslâm dininin önde gelen düşmanları Mekke"nin fethi sırasında yeni Müslüman olmuşlar ve on yedi gün sonra da Allah Resûlü ile beraber Huneyn Savaşı"na katılmışlardı. Peygamber Efendimiz İslâm"ı benimsemeleri ve dinde sebat göstermeleri için onlara fazla pay vermiş ve böylece gönüllerini kazanmıştı. Burada yadırganacak bir durum söz konusu değildi. Nitekim Allah Teâlâ zekât verilebilecek kişiler arasında kapleri İslâm"a ısındırılacak olan bu tür kişileri de saymaktaydı.9 Gerçekten de kendilerine fazla mal verilenler İslâm"a daha sıkı sarılmış ve kendilerini Müslümanlara daha yakın hissetmişlerdi. Hatta kendisine fazla mal verilenlerden birisi Mekke"nin ileri gelenlerinden Safvân b. Ümeyye idi. Safvân daha sonra şu itirafta bulunmaktan kendini alamamıştı. “Resûlullah, insanlar içinde en sevmediğim kimse idi. Fakat Huneyn günü, bana o kadar çok mal verdi ki, neticede o, bana insanların en sevimlisi hâline geldi.”10
Allah Resûlü"nün en önemli özelliklerinden biri âdil olmasıydı. O, câhiliye toplumunda yaygın olan haksızlık ve zulmün, tahakkümün, dengesizliğin bulunduğuna şahit olduğundan, bütün bunları düzeltmek maksadıyla insanlar tarafından kabul edilebilecek, adalete dayalı bir sosyal düzen kurmak üzere ilâhî bir görev üstlenmişti. Nitekim bütün hayatı da adaletin tesisi için mücadeleyle geçmiştir.
Adalet, kabaca, “bireysel ve toplumsal hayatta dirlik ve düzeni, hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine uygun yaşamayı sağlayan ahlâkî erdem” olarak tanımlanabilir. Adalet, bireysel ve sosyal anlamda insanlar arasında dirlik ve düzenin sağlanması için eşitlik ve hakkaniyet esaslarına uygun hareket etmeyi gerektirir. Hakkaniyetin temin edilmesi, bütün hukuk düzenlemelerinin, kanun ve nizamların ortaya çıkmasının temel ve nihaî sebebidir. Çünkü insanlar arasında malların, hakların, görevlerin, dengeli ve ölçülü bir şekilde bölüşülmesi; insan şeref, onur ve haysiyetinin korunması, adaletin uygulanması ile gerçekleşir.
Adalet kayıtsız şartsız eşitlik olarak anlaşılmamalıdır. Adalet, her hak sahibine hakkının verilmesidir. Mutlak eşitlik prensibi ile hareket etmek her zaman adaleti sağlamayabilir. Çünkü insanlar fiziksel ve zihinsel özellikleri kültürel birikimleri ve yetenekleri bakımından farklı durumlarda olduklarından katı eşitlikçi tutum adaleti sağlamak yerine, adaletin zıttı olan zulmü doğurabilir. Adaletin eşit uygulanması, hukuk önünde eşitlik ve her bireyin eşit haklara ve imkânlara sahip olması ile ilgilidir.