Taraflar arasında antlaşmaya bu denli ehemmiyet gösteren ve Hz. Peygamber"in şahsında bunun örneğini sergileyen İslâm dini, antlaşmayı bozmamak için aşırı dikkat gösterilmesini ister. Antlaşmaya vefasızlık ve ihaneti ise asla caiz görmez. Bu konuda Yüce Allah çok net bir biçimde müminlerden antlaşmaya sadık kalmalarını istemiş, kendileriyle antlaşma yapılan ve antlaşmayı sık sık bozan müşriklere ültimatom vermiştir.44 Ancak antlaşmalarına sadık kalan ve antlaşmayı bozmayan müşriklere karşı nasıl tavır takınmaları gerektiğini de müminlere şu şekilde bildirmiştir: “Ancak Allah"a ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.” 45
Hudeybiye günü antlaşmaya sadakatin nasıl olması gerektiğini tüm insanlığa gösteren Hz. Peygamber"in bu husustaki uyarılarını şöyle bir olay sayesinde öğrenebiliyoruz: Romalılarla barış antlaşması yapan Muâviye bu antlaşmanın süresi sona ermeden Romalıların ülkesine doğru sefere çıkar. Derken, “Allâhü ekber! Allâhü ekber! Antlaşmaları bozmak değil ahde vefa gerekir!” diye seslenerek, at üzerinde bir adam çıkagelir. Bu adam, Benî Süleymoğulları"ndan olup Mekke"ye yerleşen ve ilk Müslümanlardan biri olan46 Amr b. Abese"den başkası değildir. Onun, kendisini bu şekilde ikaz etmesinden etkilenen Muâviye onu huzuruna çağırır ve bu tepkisinin sebebini sorar. Amr b. Abese de Allah Resûlü"nden şu sözleri işittiğini nakleder: “Kimin herhangi bir toplumla arasında bir anlaşma varsa süresi sona erinceye kadar ya da karşılıklı olarak anlaşmayı vaktinden önce bozduklarını birbirlerine bildirinceye kadar bu bağı ne yeniden bağlasın ne de çözsün.” Bunları duyan Muâviye derhâl seferden döner.47
Sevgili Peygamberimiz Müslümanlara sığınan veya İslâm toplumu içerisinde yaşayan diğer din ve inanç mensuplarının yani zimmîlerin din hürriyetini, can ve mal emniyetini de güvence altına almıştır. Hatta Allah Resûlü, bu konuda amcası Ebû Tâlib"in kızı Ümmü Hânî"nin eman/güvence verdiği bir kimsenin emniyet içerisinde olacağını beyan etmiştir. Ümmü Hânî gelerek, “Yâ Resûlallah! Annemin oğlu (kardeşim) Ali, benim kendisine eman vererek himayeme aldığım (eski kocam) İbn Hübeyre"yi öldüreceğini söylüyor.” demiş, Resûlullah da ona, “Ey Ümmü Hânî, senin eman verdiğin kişiye biz de eman vermişizdir.” buyurmuştur.48