Hadislerle İslâm Cilt 5 Sayfa 154

Kefalet uygulamasında, alacaklının hakkı teminat altına alındığı gibi, kefil sayesinde borçlunun sıkıntısı da giderilmektedir.

Kefalet, temelinde hasbîlik olan karşılıksız bir yardımlaşma şeklidir. Kimi zaman ticarî ilişkilerde peşin alışverişin mümkün olamaması kimi zaman da insanlar arasındaki ilişkilerde güveni temin etme ihtiyacı, bu şekilde bir uygulamayı gerekli kılmaktadır. Bir başka deyişle kefalet, iki tarafın yanına üçüncü bir şahsın müdahil olup ihtiyaç hâlindeki insanlara güç ve güven vermesi anlamına gelmektedir. Asıl borçlunun herhangi bir şekilde ahdini yerine getirememesi durumunda kefil devreye girecek ve onun sıkıntısını giderecektir. Veyahut güven eksikliğinden dolayı borç isteyen birine yardımcı olmaya çekinen kişi, kefilin devreye girmesi ile rahat davranabilecektir. Dolayısıyla kefalet, ortaya çıkabilecek zararları ve beklenmedik mağduriyetleri gidermek için başvurulan bir yöntemdir. Bu sayede insanlar endişesiz bir şekilde, güven ve istikrar eşliğinde ilişkilerini geliştirecek, faaliyetlerini sürdüreceklerdir.

Kefalet uygulamasında kefil, kefil olunan kişi ve alacaklı arasında hukukî olduğu kadar, insanî ve ahlâkî bir bağ da kurulmaktadır. Her ne kadar bazı insanlar, “Başı ayıplanma, ortası pişmanlık, sonu da borç ödemektir.” diyerek kefil olmaktan kaçınıyor ve güya kendilerini emniyete aldıklarını düşünüyor iseler de, bizlere örnek teşkil eden sahâbe, kefaleti böyle değerlendirmemişti. Örneğin, sahâbeden Kabîsa b. Muhârik, bir başkasına kefil olmuş, önemli miktarda borç üstlenmiş ancak ödemede zorlanınca başvurabileceği en yakın merci olarak Allah Resûlü"ne gitmişti. Durumu izah etmiş ve ondan yardım istemişti. Hz. Peygamber de ona yardımcı olacağını bildirmiş, ardından onun şahsında ihtiyaç talebinde bulunacak olan herkese şu uyarıyı yapmıştı: “Ey Kabîsa! İstemek ancak üç grup insan için helâldir: (Birincisi) kefil olup (veya arabulmak için diyet verip) borçlanan kimsedir ki bu parayı elde edene kadar istemesi helâldir. Borcu kapatılınca artık isteyemez. (İkincisi) başına bir musibet gelen ve bir malını kaybeden kimsedir ki hayatını sürdürebilecek kadar para bulana dek istemesi helâldir. (Üçüncüsü) fakir kalan ve fakirliği komşularından üç güvenilir kişi tarafından doğrulanan kimsedir ki onun da hayatını sürdürebilecek miktarda mala kavuşana kadar istemesi helâldir. Bu üç grup insandan başkasının istemesi haramdır ey Kabîsa! Böyle bir şekilde elde edilen malın sahibinin yediği haramdır.” 4

Kabîsa, zor durumda kalan birine yardım etmek için kefil olmuştu. Fakat borç üzerine kalmış ve onu ödeyememişti. Ancak o, "Keşke bu işe

    

Dipnotlar

4 M2404 Müslim, Zekât, 109

حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى وَقُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ كِلاَهُمَا عَنْ حَمَّادِ بْنِ زَيْدٍ قَالَ يَحْيَى أَخْبَرَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ هَارُونَ بْنِ رِيَابٍ حَدَّثَنِى كِنَانَةُ بْنُ نُعَيْمٍ الْعَدَوِىُّ عَنْ قَبِيصَةَ بْنِ مُخَارِقٍ الْهِلاَلِىِّ قَالَ تَحَمَّلْتُ حَمَالَةً فَأَتَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَسْأَلُهُ فِيهَا فَقَالَ « أَقِمْ حَتَّى تَأْتِيَنَا الصَّدَقَةُ فَنَأْمُرَ لَكَ بِهَا » . قَالَ ثُمَّ قَالَ « يَا قَبِيصَةُ إِنَّ الْمَسْأَلَةَ لاَ تَحِلُّ إِلاَّ لأَحَدِ ثَلاَثَةٍ رَجُلٍ تَحَمَّلَ حَمَالَةً فَحَلَّتْ لَهُ الْمَسْأَلَةُ حَتَّى يُصِيبَهَا ثُمَّ يُمْسِكُ وَرَجُلٍ أَصَابَتْهُ جَائِحَةٌ اجْتَاحَتْ مَالَهُ فَحَلَّتْ لَهُ الْمَسْأَلَةُ حَتَّى يُصِيبَ قِوَامًا مِنْ عَيْشٍ - أَوْ قَالَ سِدَادًا مِنْ عَيْشٍ - وَرَجُلٍ أَصَابَتْهُ فَاقَةٌ حَتَّى يَقُومَ ثَلاَثَةٌ مِنْ ذَوِى الْحِجَا مِنْ قَوْمِهِ لَقَدْ أَصَابَتْ فُلاَنًا فَاقَةٌ فَحَلَّتْ لَهُ الْمَسْأَلَةُ حَتَّى يُصِيبَ قِوَامًا مِنْ عَيْشٍ - أَوْ قَالَ سِدَادًا مِنْ عَيْشٍ - فَمَا سِوَاهُنَّ مِنَ الْمَسْأَلَةِ يَا قَبِيصَةُ سُحْتًا يَأْكُلُهَا صَاحِبُهَا سُحْتًا » . D1640 Ebû Dâvûd, Zekât, 26. حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ عَنْ هَارُونَ بْنِ رِيَابٍ قَالَ حَدَّثَنِى كِنَانَةُ بْنُ نُعَيْمٍ الْعَدَوِىُّ عَنْ قَبِيصَةَ بْنِ مُخَارِقٍ الْهِلاَلِىِّ قَالَ تَحَمَّلْتُ حَمَالَةً فَأَتَيْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَقَالَ « أَقِمْ يَا قَبِيصَةُ حَتَّى تَأْتِيَنَا الصَّدَقَةُ فَنَأْمُرَ لَكَ بِهَا » . ثُمَّ قَالَ « يَا قَبِيصَةُ إِنَّ الْمَسْأَلَةَ لاَ تَحِلُّ إِلاَّ لأَحَدِ ثَلاَثَةٍ رَجُلٌ تَحَمَّلَ حَمَالَةً فَحَلَّتْ لَهُ الْمَسْأَلَةُ فَسَأَلَ حَتَّى يُصِيبَهَا ثُمَّ يُمْسِكُ وَرَجُلٌ أَصَابَتْهُ جَائِحَةٌ فَاجْتَاحَتْ مَالَهُ فَحَلَّتْ لَهُ الْمَسْأَلَةُ فَسَأَلَ حَتَّى يُصِيبَ قِوَامًا مِنْ عَيْشٍ » . أَوْ قَالَ « سِدَادًا مِنْ عَيْشٍ » . « وَرَجُلٌ أَصَابَتْهُ فَاقَةٌ حَتَّى يَقُولَ ثَلاَثَةٌ مِنْ ذَوِى الْحِجَا مِنْ قَوْمِهِ قَدْ أَصَابَتْ فُلاَنًا الْفَاقَةُ فَحَلَّتْ لَهُ الْمَسْأَلَةُ فَسَأَلَ حَتَّى يُصِيبَ قِوَامًا مِنْ عَيْشٍ - أَوْ سِدَادًا مِنْ عَيْشٍ - ثُمَّ يُمْسِكُ وَمَا سِوَاهُنَّ مِنَ الْمَسْأَلَةِ يَا قَبِيصَةُ سُحْتٌ يَأْكُلُهَا صَاحِبُهَا سُحْتًا » .