onun bu konuda ne kadar titiz hareket ettiği görülmektedir. Câhiliye döneminde tiranca hareket edilir, kadınlar insan yerine konulmaz, köleler ise her açıdan bir eşya kabul edilir, suç işlendiğinde de herkese toplumdaki sosyal, siyasî ve ekonomik statülerine göre muamele edilirdi. Böyle bir toplumda yetişen bazı sahâbîler Mekke"nin fethi sırasında hırsızlık yapan Mahzûmoğulları kabilesinin ileri gelenlerinden Fâtıma adındaki bir kadın için8 Hz. Peygamber"den ayrıcalıklı davranmasını talep etmişlerdi. Kureyşliler, kadına ceza verilmemesi için ne yapmaları gerektiği konusunda kendi aralarında istişare ettikten sonra Hz. Peygamber"in çok sevdiği sahâbîsi Üsâme b. Zeyd"i ona aracı olarak göndermeye karar vermişlerdi. Üsâme, Hz. Peygamber"e gelerek durumu anlattıktan sonra Allah Resûlü, “Allah"ın takdir ettiği cezalarından bir ceza için aracı mı oluyorsun?” buyurmuş daha sonra da ayağa kalkarak şu konuşmayı yapmıştır: “Ey insanlar! (Allah) sizden önceki milletleri, içlerinden soylu birisi hırsızlık yaparsa onu bırakmaları, zayıf birisi hırsızlık yaparsa onu cezalandırmaları sebebiyle helâk etmiştir. Allah"a yemin olsun ki Muhammed"in kızı Fâtıma hırsızlık etse mutlaka onun da elini keserdim.” buyurmuştur.9
Peygamber Efendimiz, bu davranışıyla, konulan kuralların herkese uygulanacağını insanlara bildirmişti. Buna benzer bir şekilde toplumda fakir, sahipsiz insanlara karşı işlenen suçların cezasız kalmayacağını bildirmek için de “Kim kölesini öldürürse biz de onu öldürürüz. Kim kölesinin bir organını keserse biz de onun bir organını keseriz.” 10 buyurmuştu. Her konuda insan hayatını ve şerefini ön planda tutan Hz. Peygamber, sadece hayatta olanların değil henüz ana rahminde bulunanların da hayatlarını kutsal ve dokunulmaz kabul etmiş ve gebe bir kadına vurarak çocuğunun düşmesine sebep olan kimseyi cezalandırmıştır.11
Suçun işlendiği, delillerle ispat edilmedikçe asla ceza uygulanmaz. Hz. Peygamber de bir dava kendisine geldiğinde isnat edilen suçu işlediğine iyice kani olmadıkça sanığı cezalandırmazdı. Onun getirdiği bu anlayış sonraki dönemlerde Müslümanlar tarafından, “beraat-i zimmet esastır/suçsuzluk esastır.” şeklinde benimsenecekti. Onun delil olarak kabul ettiği ispat vasıtalarının başında sanığın suçunu itiraf etmesi gelmekteydi. Ancak Hz. Peygamber, zaman zaman ihtiyatla hareket ederek, sanığın tek bir defa itirafı ile yetinmemiş, suçu işlediğine iyice kani olmak için ikrarını tekrarlatmıştır. Meselâ, hırsızlık yaptığını itiraf eden suçluya hemen cezayı tatbik etmemiş, onun itirafını tekrar etmesi üzerine cezayı uygulamıştır.12