anlamını taşıyan “havâri”terimini, ashâbı içerisinde zor zamanda büyük fedakârlıklara katlanan bazı dostları için kullanmıştı.22 Nitekim Medine"de Müslümanların ölümle burun buruna geldikleri Hendek Muharebesi sırasında, Kurayza Yahudileri"nin düşmanla birlik olup ihanet etmeleri üzerine daha da kritikleşmiş olan o zorlu şartlarda, düşmanların durumunu öğrenip haber getirecek birine ihtiyaç doğmuştu.23 Resûl-i Ekrem (sav), ashâbı içerisinde bu zorlu görevi üstlenecek birini arıyordu. İki defa, “Bana düşman hakkında kim bilgi getirir?” diye sorduğu hâlde, Zübeyr b. Avvâm"dan başka hiç kimse ortaya çıkmadı. Her defasında öne çıkarak bu göreve talip olan Zübeyr b. Avvâm oldu. Allah Resûlü onun bu gözü pek, kahramanca tavrı üzerine, “Her peygamberin bir havârisi vardır. Benim havârim de Zübeyr"dir.” buyurdu.24
Resûl-i Ekrem"in dostları ve arkadaşları içerisinde “sâhibü"s-sır” (sır sahibi, sırdaş) diye bilinen kimseler de vardı. Medine"de doğup büyümüş, Peygamber Efendimiz tarafından Ammâr b. Yâsir"le kardeş ilân edilmiş Huzeyfe b. Yemân bunlardan birisiydi.25 Sahâbîler gizemli gibi gördükleri bazı haberleri, sadece Huzeyfe"den duydukları için ona, “Peygamber"in sırdaşı” derlerdi.26 Huzeyfe (ra), bu vasfı taşıma sebebine ilişkin şöyle bir açıklama yapmıştı: “Vallahi, yaşadığım şu andan itibaren kıyamete kadar olacak her çeşit fitneyi insanlar içerisinde en iyi bilen benim. Bu, Resûlullah"ın benden başka kimseye söylemeyip sadece bana sır olarak vermesinden kaynaklanan bir şey değildir. Aksine Resûlullah benim de bulunduğum bir mecliste fitneler hakkında konuşuyordu. Fitneleri saymaya başladı... Bugün orada bulunanlar arasında benden başka hayatta kalan yoktur.”27 Allah Resûlü, bilinmesi gereken hususlarda genele hitap eder ve herkesi bilgilendirirdi. Bununla birlikte gerek aile içi özel durumları, gerekse maslahat gereği bazılarının bilmesinde fayda gördüğü hususları da uygun gördüklerine bildirirdi.28
Allah Resûlü her zaman ashâbının arasındaydı. Beşer üstü âlemle ilişki içerisinde olmasına rağmen tevazuunu ve tabiîliğini hiçbir zaman kaybetmemişti. Etrafındaki insanlarla ve arkadaşlarıyla ilişkisinde hep onlardan birisi gibi davranırdı. Bu doğallığının garip karşılandığı zamanlar da oluyordu. Bir Kurban Bayramı günü, bayram namazı kılındıktan sonra, halk yemek için bir araya toplanmıştı. Topluluğun sayısı artınca Resûlullah da diz çöküp sofraya oturdu. Orada bulunan bir bedevî Hz. Peygamber"e, “Bu nasıl oturuş?” diye sorunca Hz. Peygamber, “Şüphesiz ki Allah beni