dedi ve sözlerine şöyle devam etti: “Allah"a yemin olsun ki ben, Resûlullah"ın (sav) geriye bıraktığı sadakasından hiçbir şeyi Resûlullah (sav) zamanındaki hâlinden farklı bir hâle çevirmem. Dolayısıyla bu mallar hakkında Resûlullah"ın (sav) uyguladıklarını aynen uygulayacağım.”8 Böylece Hz. Ebû Bekir, söz konusu mallardan Fâtıma"ya herhangi bir şey vermedi.9 Eşi Hz. Fâtıma"nın vefatından sonra biat etmek üzere kendisiyle görüşen Hz. Ali"ye de bu konuyu açan Hz. Ebû Bekir, “Bu mallar hakkında sizinle benim aramda geçen tartışmaya gelince, bu hususta ben haktan ayrılmış değilim. Zira ben Resûlullah"ın yaptığını gördüğüm bir şeyi terk etmem, mutlaka onu yaparım.” demişti.10
Ebû Hüreyre"nin naklettiğine göre ise Hz. Fâtıma ile Hz. Ebû Bekir arasında şöyle bir konuşma gerçekleşti: Hz. Fâtıma gayet açık bir şekilde halifeye sordu: “Sana kim vâris olacak?” “Ailem ve çocuklarım.” dedi yeni halife. Bu defa Hz. Fâtıma, “Peki, ben niçin babama vâris olamıyorum?” deyince, Hz. Ebû Bekir şöyle dedi: “Ben Resûlullah"ı (sav) şöyle söylerken işittim: "Biz peygamberlere vâris olunmaz." Fakat Resûlullah"ın (sav) baktığı kimselere ben bakacağım. Onun nafakalarını temin ettiği kimselerin nafakalarını ben temin edeceğim.”11
Aynı sahneyi Hz. Peygamber"in amcasının kızı olan Ümmü Hânî"nin anlatımı ise şöyledir: “Fâtıma, Ebû Bekir"den yukarıdaki gibi bir cevap alınca, "Nasıl oluyor da Hz. Peygamber"e biz değil de sen vâris oluyorsun?" diye sormuştu. Ebû Bekir, "Ey Resûllulah"ın kızı! Vallahi ben babanın ne arazisine ne altın ve gümüşüne ne hizmetçisine ve ne de herhangi bir malına vâris oldum!" cevabını vermişti. Bu defa Fâtıma, "Allah"ın bizlere tahsis ettiği şu anda senin elinin altında bulunan ganimetlerden ayrılan hisse ne?" diye tekrar sorunca o, "Ben Resûlullah"ın şöyle buyurduğunu işittim: "O (mallar) Allah"ın beni kendileri ile doyurduğu yiyeceklerdir. Ben öldüğümde ise Müslümanlar arasında dağılacaktır." dedi.”12
Hz. Fâtıma"nın, Hz. Ebû Bekir"e müracaatı, ona sorduğu sorular ve aralarında geçen bu konuşma, onun bu husustaki hükmü bilmediğini, Hz. Peygamber"in de diğer insanlar gibi genel miras hükümlerine tâbi olduğu kanaatini taşıdığını göstermektedir.
Peygamber olmasının yanında, aynı zamanda Medine toplumunun lideri olan Allah Resûlü, abartılı bir hayat yerine, mütevazı bir yaşantıyı tercih etmişti. Diğer peygamberler gibi tebliğ görevini karşılıksız yapmış, başkaları gibi mal mülk edinip biriktirmemişti. Bu nedenledir ki mütevazı