Hadislerle İslâm Cilt 7 Sayfa 238

Kökenlerinin nereye kadar uzandığı ve kabileler arasındaki soy sop ilişkileri hususu, eskiden beri Araplar arasında merak konusu olmuştur. Bu konu Allah Resûlü"nün de gündemine getirildi. Bir adam ona, Sebe"nin bir adam mı, bir kadın mı, yoksa bir yer adı mı olduğunu sordu. Resûl-i Ekrem, “Bilakis o bir adamdı.” dedi, “Onun on çocuğu oldu. Bunlardan altısı Yemen"e, dördü de Şam"a yerleşmişti. Yemenliler, hepsi Araplardan olmak üzere Mezhic, Kinde, Ezd, Eş"arîler, Enmâr ve Himyer; Şamlılar ise Lahm, Cüzâm, Âmile ve Gassân diye kollara ayrıldı.” 6 Hz. Peygamber, Allah Teâlâ"nın insanların birbiriyle tanışabilmesi için vesile kıldığı7 soyların öğrenilmesini tavsiye etmişti.8

Genelde Arap yarımadasında, özelde ise Hicaz bölgesindeki tolumsal hayatın şekillenmesinde, bölgenin içinde bulunduğu coğrafî konumun ve iklim şartlarının önemli etkisi olmuştur. Köy, kasaba ve şehirlerde yerleşik hayat süren “hadarîler” ile (şehirlilerle), çöl ve vahalarda yaşayan ve göçebeliği benimseyen “bedevîler”, Arap toplumunun karakteristik yapısını yansıtmaktadır.9 Bedevîler oldukça kısıtlı imkânlarla hayat mücadelesi verirken hadarîler, daha düzenli ve daha yüksek bir yaşantı sürmekteydiler.

Bedevîler, hayvancılığa dayalı basit bir ticaret ve kabile dayanışmasına dayalı bir toplum içinde yaşarlardı. Toplumsal doku, kan bağı esasına dayanırdı; herkes kendi soyuna körü körüne tarafgirlik anlamına gelen asabiyet duyguları ile bağlıydı. Bunun dışında dışarıdan insanlar da kabileye katılabilirdi. Kabilesini terk eden veya kabilesinden kovulan bir kimse antlaşma yoluyla başka bir kabile mensubunun himayesine girebilir (câr), müttefiki (halîf) olabilirdi. Savaş veya baskın sonucunda ele geçen veya satın alınan kölenin azat edilmesiyle de baba oğul ilişkisine benzeyen “velâ” bağı kurulurdu. Antlaşmaya dayalı bu üç toplumsal bağ, kan bağı ile eşdeğer hatta bazen ondan daha etkindi.10 Zira antlaşma yoluyla aralarında bağ kurulan kimseler birbirlerinin mirasçısı sayılırdı. Nitekim Resûlullah Araplar arasındaki bu toplumsal dayanışma anlayışından yola çıkarak ensar ile muhaciri kardeşlik antlaşmasıyla birbirine mirasçı ilân etmiş ancak bir müddet sonra Kur"ân-ı Kerîm"in emri ile11 aralarında kan bağı olmayanların birbirlerinin mirasından pay almaları yasaklanmış, bu kimselere yalnızca bağışta bulunulabileceği bildirilmiştir.12

Bedevîlerin çöl şartları ve düşman kabilelerle mücadeleye dayalı hayat tarzları, adalet ve siyaset anlayışlarını da etkilemişti. Kabilecilik esasına dayalı bir dayanışma anlayışında suçun ferdiliği düsturu kabul edilmiyor,

    

Dipnotlar

6 HM2900 İbn Hanbel, I, 316.

حَدَّثَنَا أَبُو عَبْدِ الرَّحْمَنِ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ لَهِيعَةَ بْنِ عُقْبَةَ الْحَضْرَمِيُّ أَبُو عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ هُبَيْرَةَ السَّبَائِيِّ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ وَعْلَةَ قَالَ سَمِعْتُ ابْنَ عَبَّاسٍ يَقُولُإِنَّ رَجُلًا سَأَلَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنْ سَبَأٍ مَا هُوَ أَرَجُلٌ أَمْ امْرَأَةٌ أَمْ أَرْضٌ فَقَالَ بَلْ هُوَ رَجُلٌ وَلَدَ عَشَرَةً فَسَكَنَ الْيَمَنَ مِنْهُمْ سِتَّةٌ وَبِالشَّامِ مِنْهُمْ أَرْبَعَةٌ فَأَمَّا الْيَمَانِيُّونَ فَمَذْحِجٌ وَكِنْدَةُ وَالْأَزْدُ وَالْأَشْعَرِيُّونَ وَأَنْمَارٌ وَحِمْيَرُ عَرَبًا كُلَّهَا وَأَمَّا الشَّامِيَّةُ فَلَخْمٌ وَجُذَامُ وَعَامِلَةُ وَغَسَّانُ

7 Hucurât, 49/13.

يَآ اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَآئِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ ﴿13﴾

8 NM302 Hâkim, Müstedrek, I, 131 (1/89).

حدثناه أبو بكر محمد بن أحمد بن بالويه ثنا أبو بكر محمد بن شاذان الجوهري ثنا يوسف بن سلمان ثنا حاتم بن إسماعيل ثنا أبو الأسباط الحارثي عن يحيى بن أبي كثير عن أبي سلمة عن أبي هريرة قال : قال رسول الله صلى الله عليه و سلم : تعلموا أنسابكم تصلوا أرحامكمحدثنا علي بن عيسى الحيري ثنا الحسين الله محمد بن زاد قال : سمعت محمد بن يحيى يقول : أبو الأسباط الحارثي هو : بشر بن رافع

9 “Kabile”, DİA, XXIV, 30.

10 “Bedevî”, DİA, V, 313-314.

11 Enfâl, 8/75.

وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْ بَعْدُ وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا مَعَكُمْ فَاُو۬لٰٓئِكَ مِنْكُمْۜ وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿75﴾

12 Ahzâb, 33/6;

اَلنَّبِيُّ اَوْلٰى بِالْمُؤْمِن۪ينَ مِنْ اَنْفُسِهِمْ وَاَزْوَاجُهُٓ اُمَّهَاتُهُمْۜ وَاُو۬لُوا الْاَرْحَامِ بَعْضُهُمْ اَوْلٰى بِبَعْضٍ ف۪ي كِتَابِ اللّٰهِ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُهَاجِر۪ينَ اِلَّآ اَنْ تَفْعَلُوٓا اِلٰىٓ اَوْلِيَآئِكُمْ مَعْرُوفًاۜ كَانَ ذٰلِكَ فِي الْكِتَابِ مَسْطُورًا ﴿6﴾ “Hilf”, DİA, XVIII, 30.