iddia eden kişi hakkında bilgi almak istedi. Ebû Süfyân"ın İslâm ile ilgili aktardığı doğru bilgilerden etkilenen kral mektubu istedi ve okudu.
Peygamber Efendimizin imparatora gönderdiği mektupta şöyle deniliyordu: “(Söze) bağışlaması bol ve merhameti çok olan Allah"ın adıyla başlarım. Allah"ın kulu ve Resûlü Muhammed"den Bizans"ın lideri Hirakl"e! Hidayete tâbi olanlara selâm olsun. Seni İslâm"a davet ediyorum. Müslüman olursan barış ve esenlik bulursun ve Allah ödülünü iki kat verir. Eğer İslâm"ı kabul etmezsen Bizans halkının günahı senin boynunadır. "Ey kitap ehli! Sizin ve bizim aramızda bir olan bir sözde buluşalım. Allah"tan başkasına tapmayalım, O"na hiçbir şeyi eş tutmayalım, Allah"ı bırakıp da birbirimizi tanrılaştırmayalım. Eğer yüz çevirirlerse deyiniz ki, "Şahit olun, biz Müslümanlarız." 17
Hıristiyanların lideri konumundaki Bizans imparatoru, yeni din ve peygamber hakkındaki bilgilerin doğruluğunu araştırmak üzere yakın bir arkadaşına mektup yazmış, ondan da durumu onaylayan bir cevap almıştı. Bunun üzerine din adamlarını toplayarak onların görüşünü almaya karar verdi. Ancak yerleşik dinî geleneği temsil eden bu insanlar memnuniyetsizliklerini derhâl izhar etmeye başlamışlardı ki Heraklius, “Bu sözlerim sizin dininizde samimi olup olmadığınızı denemek içindi, bunu da görmüş oldum.” diyerek onların tepkilerini geçiştirmişti.18
Bu arada etraftaki Hıristiyan kabileleri İslâm"a davet edilmişlerdi. Çoğu, cizye karşılığında İslâm otoritesine boyun eğmişti. Bu noktada, İslâm devletindeki cizye uygulamasından kısaca bahsetmek yerinde olacaktır.
Hudeybiye Antlaşması"yla birlikte Medine Şehir Devleti"nin bağımsızlığını ve gücünü daha da artıran Allah Resûlü, komşu kabilelerle antlaşmalar yapmış ve bu antlaşmalarda siyasî ve hukukî himaye anlamına gelen “zimmet” sözleşmesinin bağlayıcılığına vurgu yapmıştı.19 Mekke"nin fethinden önce gayri müslimlerle yapılan yazışmalar ve antlaşmalarda, İslâm"ın tevhid ilkesine vurgu yapılarak ihtida teklif edilmekte fakat bunun dışında cizye gibi bir vergi yükümlülüğüne işaret edilmemekteydi.20 Ancak Mekke"nin fethi ve özellikle de Tebük Seferi sonrasında, yani hicrî dokuzuncu yıldan itibaren İslâm topraklarında Müslümanlarla birlikte güven içinde yaşamak isteyen Hıristiyanlara ve diğer gayri müslimlere cizye yükümlülüğünün konulduğu şu âyetle tescil edilmişti: “Kendilerine kitap verilenlerden Allah"a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve Resûlü"nün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kendine din edinmeyen kimselerle, küçülerek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.” 21